Atatürk le ilgili kehanetler

Uzman SühaN

Administrator
Atatürk le ilgili kehanetler
Bazı bilim adamlarına göre geleceği görme yeteneğinin merkezî, diansefal dediğimiz ve sempatik sinir sisteminin birleştiği beyin merkezidir. Bu sinir sistemi, "Merkezî Sinir Sistemi" denilen ve vücut hareketleri yani bilinçli hareketleri kontrol eden sinir sisteminden büsbütün başkadır. Bilginlere göre, Diansefal; beynin en eski, yâni atalarımızda ilk olarak gelişen beyin kısmıdır.Belki de tarihten önemli insanın içgüdüleri ile hareket etmesini temin eden altıncı his, beynin bu merkezindeydi.











Bugünkü hayatımızda merkezî sinir sistemimizin faaliyeti o kadar fazlaydı ki, "diansefal" altıncı his ortaya çıkarmıyor. Ancak belli sayıdaki kişilerde kendisini gösterebiliyor.Gelecekten haber alabilmek için yetenekler ise daha ender ortaya çıkıyor. Bu görüş, doğruya, Atatürk, Cayce, Messin gibi duyarlı kişilerde beynin bu bölümünün daha faal olduğu düşünülebilir. Beynin bu bölümünün altıncı his ile irtibatı tam olarak nedir? Atatürk'ün yaşamında "geleceği görme" gücünün kanıtları bulunmaktadır. En basit örnek, Kurtuluş Savaşı'nda görülmüştür zaten. Örneğin Muhiddin Arabi'nin gelecekle ilgili yazdığı kitabında, büyük ihtimalle Atatürk'ü kastettiği anlaşılmaktadır:



"Devlet-i Aliyye yıkılacak. Batı'dan uzun boylu, mavi gözlü bir adam gelecek. Baktığı zaman, karşısındaki insanı eritecek. Serbest Fırka kuracak. Adına da Serbest Cumhuriyet denilecek. Dünyaya milletini tanıtacak ve 15 sene hükümdarlık sürecek"


ESRARENGiZ HiNTLi MiHRACE'NiN SIRRI HALA ÇÖZÜLEMEDi…


Bilindiği gibi Hint halkı, Kurtuluş Savaşı'nda, Atatürk'ü ve Türk halkını yalnız bırakmamış ve maddî-mânevî olarak, Türk halkının yanında yer almışlardı. Kurtuluş Savaşı'ndan yıllar sonra, 1929 yılında, Hintli bir Mihrace, Atatürk'ü Pera Palas'taki 101 no'lu odasında ziyaret etmeye gelmişti… Ne amaçla ziyaret ettiği bilinmemesiyle birlikte bir başka nokta da, Mihrace'nin kim olduğudur.Mihrace'nin, Atatürk'e sunduğu hediyenin kendisinde de bir sır gizliydi… Bu hediye, altın sırmalı, Hint işi bir ipek seccadeydi. Seccadenin üzerindeki desende, bir şamdanın asılı olduğu bir düz kemeri; her iki yanında birer güvercini bulunan, beş kubbeli bir diğer kemerin çevrildiği görülüyordu. Bordür motifi, fillerden oluşuyordu. Desenin en ilginç unsuruysa, her iki kemerin arasındaki, dal kıvrımı ve gül motifleriyle süslü, boşlukta yer alan romen rakamlı bir saat kadranıydı: Bu saat 09.08'i gösteriyordu. Seccade, hâlen Perapalas'da bulunmaktadır.


BULGAR IVAN MANELOF'A SÖYLEDiGi KEHANETLER…


Mustafa Kemal, başından beri Türk Milleti'nin yaşadığı zor koşullardan sıyırıp çıkaracağını biliyordu. 1906'da Bulgar ivan Manelof ile Selanik'te yaptığı konuşmalar, dikkat çekicidir: "Birgün gelecek, ben, hayâl olarak kabul ettiğiniz bu inkılapları başaracağım. Mensup olduğum Türk Milleti, bana inanacaktır. Düşündüklerim, demagoji mahsûlü değildir. Bu millet, gerçeği görünce arkasından yürür. Saltanat, ortadan kalkacaktır. Devlet, mütecânis (tek çeşit) bir unsûra dayanamayacaktır. Din ve devlet işleri, birbirinden ayrılacaktır.Batı medeniyetine döneceğiz. Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökenli alfabe seçilecektir. Kadın ve erkek arasındaki farklar, kalkacaktır.Emin olunuz ki, hepsi bir bir olacaktır…"


Atatürk, bu konuşmayı yaptığı sırada; Abdülhamit, ülkenin tek hâkimiydi ve padişahlık, kuvvetli ve kutsal bir kurumdu.


ÖNCEDEN YAPILAN BİR UYARI AMA….


Çanakkale Savaşı sırasında Mustafa Kemal, Nablus Karargahı'nda ikinci defa 7. Kolordu Kumandanı olduğu yıllarda yaşanan bu olayı, kendisi daha sonra şöyle anlatmıştır:

-"Birgün, Erkân-ı Harbiye Reisi, bana o günkü raporlarını okudu. Basit raporlardı, her zamanki gibi… Yalnız, bu raporlarların içinde bir nokta dikkatimi çekti…"

Evet, görünürde hiçbir sonuç çıkartılamayacak bu rapordan, Mustafa Kemal; inanılmaz bir sonuç çıkartmış ve çok değil; bir veyâ iki gün sonra İngilizler'in büyük taarrûzu başlamıştır. Bundan sonrasını, Mustafa Kemal'in kendi ağzından dinleyelim:

"Yataktan kalktım, giyindim. iş odasına girerek bir muharebe emri yazdım. Emirde şunlar yazıyordu: 'Düşman, 19 Eylül akşamı taarrûz edecektir.' Sonra bu emre, alınması gereken tedbirleri ilave ettim. Bu emri, Grup kumandanı olan Liman Fon Sanders Paşa'ya da gönderdim. Çok hürmet ettigim bu zât, benim raporuma gülmüş ve 'ihtiyâttan zarar gelmez.' diye bana da bir şey söylemeye lüzûm görmemiş."

19 Eylül gecesi, kolordu kumandanları telefon başında çağırarak verdiği emirlerin ve alınması gereken tedbirlerin yerine getirilip getirilmediğini sordu. Kendisine, tüm tedbirlerin alındığı bildirildi. Ancak, ne yazık ki, kolordu kumandanları da böyle bir emri ciddiye almamışlar ve gerekli hiç bir önlemi almamışlardı. Mustafa Kemal, gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını öğrenmek için, bir müddet sonra telefon açtı… Olayın sonucunu yine Mustafa Kemal'den dinleyelim:

"Ben, daha telefon konuşmamı bitirmeden; düşman topçusu, muhârebe hattımız üzerine ateş etmeye başladı.Gece, muhârebe ile geçti. Benim ordumun sağ cenâhındaki ordu, yarıldı, esir oldu ve boş kalan cepheden geçen düşman süvârileri, Leyman Fon Sanders'in karargahını bastı. Hakîkât, anlaşılmıştı.Fakat, neye yarar!…"


DÜŞMAN DONANMASI İLE İLGİLİ KEHANETİ…


Almanya ile birlikte, Birinci Dünya Savaşı'na giren Osmanlı İmparatorluğu, her şeyini kaybetmiş durumdaydı. 30 Ekim 1918'de imzaladığı Mondros Mütarekesi ile Türk topraklarını kaybettiği gibi, yavaş yavaş tarih sahnesinden de silinmeye başlamıştı… İstanbul'un işgâl edildiği günlerde İstanbul'a dönen Mustafa Kemal, düşman zırhlılarını Dolmabahçe önünde gördüğü zaman, üzüntüyle: "Geldikleri gibi gidecekler.." der. Daha sonrasını zaten biliyoruz. Sonuç olarak, geldikleri gibi gittiler. İsin ilginç tarafı, Nostradamus'un da bu konuyla ilgili bir kehânetinin bulunmasıdır. "Centurien" adlı kitaptaki kehanet şu şekildedir:

Kongre başkanını tutan devlet adamları
işgâl kuvvetlerince sürülecek Malta'ya
Girilmiş İstanbul'a alınmış Rodos Adası
Ama geldikleri gibi gidecekler

4 Eylül 1919'da, hatırlanacağı gibi Sivas Kongresi toplanmıştı.Kongre Başkanlığı'na, işgâl kuvvetlerine karşı açıkça tavır alan Mustafa Kemal, seçilmişti. Kurtuluş Savaşı'nı ve Atatürk'ü destekleyen, İstanbul'daki mecliste olan milletvekilleri de işgâl kuvvetlerince Malta Adası'na sürgüne gönderilmişti. Bu hatırlatmanın ışığında dörtlük bir kere daha okunursa, durum daha iyi anlaşılacaktır.

MUSTAFA SAGİR'İN CASUS OLDUĞUNU İLK KONUŞMADA BİLMESİ…

16 Mart 1920'de, İstanbul'un işgâl edilmesi üzerine, Kemalettin Sami Paşa, Anadolu'ya geçerken gemide bir Hintli ile tanışır. Bu adam, Mustafa Sagir'dir. Milli Hareket'e yardım için Hint Müslümanları'nın kendisini gönderdiklerini söyler. Böylelikle Paşa'yı etkilemiştir. Ankara'ya telgraf çeken Sami Paşa, Mustafa Sagir'e ilgi gösterilmesini ister.Bir süre sonra Sami Paşa, Atatürk'e Hintliyi anlatır ve görüşmesini rica eder. Ertesi gün Atatürk, Mustafa Sagir'i kabul eder. Bu görüşme, uzun sürer. Hintli, gönderilir. İki paşa yalnız kalınca Atatürk: "Bana bak Kemal, bu adam casus!…" der. Sami Pasa: "Aman paşam, siz de çok şüphecisiniz." diyerek Atatürk'e inanmaz. Atatürk, konuşmayı keserek yâveri Hayâtî Bey'i çağırır ve şu emri verir: "Bu Hintli, İngiliz câsusu olacak.. Kendisini takip etsinler. Mektuplarını da sansürde çok dikkatli okusunlar..." Bundan sonra mektuplar, o zamanlar kimya hocası olan Avni Refik Bey'e verilir. Bir-iki tecrübeden sonra, gizli yazılar bulunur. Mustafa Sagir, yakalanarak suçu itiraf ettirilir ve idam edilir.

GÖZLE GÖRÜLMEYEN YERİ BİLMESİ….

Sakarya Savaşı'ndan sonra bir subay, cepheden alınan bilgileri Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal'e okuyordu. Kağıttaki notta, cephe komutanlarından biri, Seyit Gazi'nin kuzeydoğu tarafında bir düşman fırkasının göründüğünden bahsediyordu… Bunun üzerine Mustafa Kemal, kaşlarını çatarak: "Hayır!..Orada düşman yoktur.. İyi baksınlar.." dedi. Subay, öğle yemeğinde geri geldi. Biraz da sıkılarak: "Haber aldım komutanım. Bahsedilen yerde düşman yoktur."

BU KEHANETİNE DÜŞMAN GÜÇLERİ DE İNANMAMIŞTI…

Düsman Ordusu'nu tamamıyla yok etmek amacıyla başlatılan Büyük Taarruz amacına ulaşmıştı.Ordularını korkunç sondan kurtarmak isteyecek olan itilaf devletlerinden durumu gizleme amacı güden; fakat bu başarıları haber alan itilaf devletleri, kendisinden görüşmek üzere randevu istedikleri zaman.Atatürk, elçilere: "Sizinle 9 Eylül 1922 Nif (Kemalpaşa) kasabasında görüşebilirim." İşin ilginç tarafı, bu sırada Türk Orduları, Nif'den çok uzakta bulunuyordu ve 9 Eylül'e kadar oraya çarpışarak varmak çok zor, hatta imkansız gibi görülmekteydi.Çünkü bu bir savaştı.Yani kesin tarih verilmesi normal şartlarda hiç bir şekilde mümkün değildi.Savaş sırasında neler olabileceğini kim önceden kestirebilirdi ki? Aradan 10 gün geçti. Bu olayı daha sonra ünlü Nutku'nda kaleme alarak şöyle demiştir: "Dediğim gün, Nif'te idim; fakat benden randevu isteyenler, orada yoktu…"