Asistanlığımı yapabilecek babayiğit bulamadık hâlâ
üst düzey yönetici asistanı maaşı yönetici asistanı maaşı maaşları insan kaynakları maaş asistanlığı maaşları
Asistanlığımı yapabilecek babayiğit bulamadık hâlâ...
Marketing Türkiye okuyan yada internetten takip eden çok insan bu yazıyı çok iyi bilir. Ancak ben yinede bilmeyenler okusun diye buradan tekrar paylaşıyorum. Ali Saydam'ın bu yazısı sadece iletişim alanında değil, hemen hemen her alanda iş arayan kişiler için güzel bir yazı. Nelere dikkat etmeli, neleri yapmalı yada neleri yapmamalı tüm bunları bu yazıdan az çok görebiliriz. Ali Saydam'ın diğer yazılarını okumak isteyenler için adres Marketing Türkiye
Asistanlığımı yapabilecek babayiğit bulamadık hâlâ...
Marketing Türkiye okuyan yada internetten takip eden çok insan bu yazıyı çok iyi bilir. Ancak ben yinede bilmeyenler okusun diye buradan tekrar paylaşıyorum. Ali Saydam'ın bu yazısı sadece iletişim alanında değil, hemen hemen her alanda iş arayan kişiler için güzel bir yazı. Nelere dikkat etmeli, neleri yapmalı yada neleri yapmamalı tüm bunları bu yazıdan az çok görebiliriz. Ali Saydam'ın diğer yazılarını okumak isteyenler için adres Marketing Türkiye
17’si kendi şirketimde olmak üzere toplam 27 yıldır üst düzey yöneticilik yapıyorum. Yüzlerce insanla bir birinden farklı işlerde, projelerde çalıştım. Bu süreçte benimle yakından çalışma olanağı bulmuş kişiler iyi bilirler. Kendine hem mesleki hem de bireysel açıdan yatırım yapan, katma değerli ve beklenti üstü işler üreten, hem kendisini hem de şirketini geliştiren çalışma arkadaşlarımın gelişimine her zaman destek olmaya çalıştım. Örneğin 5 yıldır şirketimiz bünyesinde çalışan ve 4 senedir asistanlığımı yapan Aslı Hanım, yukarıda saydığım süreçten geçti. Şu sıralar müşteri alanında danışmanlık noktasında ilerliyor. Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki yüksek lisans programını bitirmek üzere. Oxford OISE’de İngilizce öğrendi; hedefi doktora...
Haliyle yolunu açmak, üzerindeki ‘yönetici asistanı’nın zorunlu kıldığı günlük iş yükünü azaltmamız ve yeni bir arkadaşı yetiştirmemiz gerekiyordu. Ne gibi işler? Akşam Gazetesi ve Marketing Türkiye’de yazdığım yazılar için ön araştırmalar yapmak, üniversitede verdiğim derslerin notlarını ve sunumunu hazırlamak, danışmanlık hizmeti verdiğim müşterilerin işleriyle ilgili hazırlık yapmak, toplantı notlarını tutup takip etmek, yöneticisi olduğum şirketlerde benim yapmam gereken işleri kesin unutacağım için gereken hatırlatmaları yapmak, günlük ajanda ve görüşmeleri organize etmek, gelen konuklarla ilgilenmek, yazışmaları takip etmek, gidilecek eğitim ve konferansları koordine etmek vs.
Son Asistanım Aslı Hanım’ın 4 yılda izlediği çizgiye bakarsak, hayli entelektüel bir birikim serüveni bekliyordu yeni Asistan adayını; tabii ki ciddi bir mesleki birikim ve çağımız iş dünyasında her şeyin temeli olarak kabul edilen ‘networking’ (kişisel ilişkiler ağı) geliştirme olanakları... Maaş ne kadardı peki? Başlangıç için 1000 YTL , üç ay sonra 1.200 YTL; Altı ay sonra 1.500 YTL; bir yıl sonra ise 2.000 YTL...
Doktorasını yapmış üniversite öğretim görevlilerinin maaşlarının neredeyse iki katı bir meblağa ulaşabilme ve bireysel gelişme olanağı verilecek bu pozisyon için, bundan bir buçuk ay kadar önce, bir kaç insan kaynakları sitesine, sonra da gazetelere ilan verdik. Tahmin edebileceğiniz gibi yüzlerce başvuru aldık. Peki ne oldu?
Hiçbir şey! Neden mi? Anlatalım:
1- Gelen başvuruların çoğu başvuru kriterlerine uygun değildi. Ya ne iş olsa yaparım diyorlar; ya da kendilerini bilmiyorlardı. İlanı doğru dürüst okumayı beceremeyen birini nasıl alacaktık?..
2- Başvuru yapanların çoğunun özgeçmişlerine koydukları fotoğraf bir mayo firmasının katalog fotoğraflarını andırıyordu, ya da başvuru sahipleri, ‘dream_boy_88@....com’ vb. e-postaları iletişim adresi olarak veriyorlardı.
3- Ön değerlendirmeyi geçenler telefonla aranıyordu. O da ne? Bir kısmının GSM operatörü tarafından verilen müzikli çalma servisleriyle karşılaşıyordunuz. Karadeniz’li birinin fondaki horon sesinden tutun, erkek arkadaşından ayrılmış bir bayan adayın sevgilisine vermek istediği mesajı içeren şarkılara kadar...
4- Görüşmeye çağrılan adayların yarısı kararlaştırılan gün ve saatteki randevusuna gelmiyor ve haber verme gereğini duymuyordu.
5- Görüşmeye gelenleri ise hiç sormayın... Şortun altına bu sezonun modası parmak arası simli ve taşlı terlik giymiş, kıştan kalma solaryum yanığının üzerine Bodrum kumsallarında bir kez daha yanmış olarak teşrif edenler; kot pantolonla, tıraş olmadan görüşmeye gelenler, akrabalarının elinden tutup bizim ofisin yolunu tutanlar... Akıl alır gibi değil.
6- Krokiye rağmen görüşmeye iki saat geç gelenler, gerekçe olarak da adresi bulamadığını söyleyenler de vardı.
7- İş başvurusunda bulunduğu ve mülakata çağırıldığı şirketin hangi sektörde faaliyet gösterdiğini, ne tür işler yaptığını bilmeyen, bunu öğrenme ve araştırma gereği duymamış olanlar da vardı. Bir ‘buradan geçiyordum, uğradım’ demedikleri kalmıştı sanki. ‘Bu işi niçin istiyorsunuz?’ sorusunu doğru olarak yanıtlayabilmiş olan ya bir ya da iki kişi vardı toplam...
8- Telefonda ya da mülakatın 5. dakikasında, yapacağı işin ne menem bir şey olduğunu ve kendisinin ne katabileceğini araştıracağına alacağı parayı ve yan menfaatlerin ne olduğunu öğrenmek için yırtınanların oranı azımsanacak gibi değildi.
9- Şehir dışından başvuruda bulunanlar, mülakata çağrıldıklarında “Bu kadar çabuk arayacağınızı bilmiyordum, eğer şartlar iyi olursa gelirim, siz bana şartlarınızdan bahsedin" diyorlardı.
10- "Son çalıştığınız yerden nasıl ayrıldınız?" sorusuna önce istifa ettiğini söyleyerek yanıt verenler, "Ayrılırken tazminatınızı aldınız mı" sorusu yöneltildiğinde "aldım" diye cevap verebiliyorlar; ağızlarındaki baklayı ise "son iş yerinizden referans alabilir miyiz" sorusu geldiğinde çıkarıyorlardı.
11- Yönetici asistanına başvuranların çoğu görevin gerekliliklerini bilmiyordu; ancak başvurmakta sakınca görmüyorlardı.
12- Bir de ‘hislenen’ler vardı ki, en komiği onlardı. Telefonla görüşmeye çağırmak için aradığınızda alabileceği bilgileri kısa yoldan elde edip, ona göre gelip gelmemeye karar vermek istiyordu bunlar. Genellikle üniversite mezunu oldukları gün niçin kendilerine genel müdürlük teklif edilmedi, diye hayıflanan takımdandılar... Anlattığınız görev tanımıyla ilgili kısımdan bir kaç cümleyi çekip, “Bunu bana nasıl yaparsınız, onca sene üniversite okudum, sekreterlik mi yapacağım” diye tepinip, bir de işi “Siz asistanınız için üniversite mezunu, yabancı dil bilen ayakçı arıyorsunuz. Master yapmış biri varsa bana bir hizmetçi lazım yollasanıza, diye küstahlaşabiliyorlardı...
13- Benim bir yazımda “Önemli olan bir yere kapılanmaktır, gerekiyorsa ücretsiz olarak girip kendinizi göstermeye çalışın” şeklindeki önerim, bazılarını çıldırtmıştı mesela... Tabii bizim iş için geçerli değildi bu. Ben genel anlamda söylemiştim. Benim bu tavsiyemden yola çıkarak, işi emperyalizm ve kapitalizmin uşaklığına, oradan da sömürü düzenine götürmeye çalışanları anlamakta zorlandığımı söylemeliyim... İşçi sınıfı ve sömürü muhabbetinden çok uzak kalmış olmalıyım....
Bu 13 madde elbette genellenemez. İçlerinden ‘kendini bilenler’ yok muydu? Tabii ki vardı. Olanlarla da ya kültürümüz uyuşmadı, ya değerlerimiz. Finale kalan yok gibi... Hâlâ çözümsüzlük içindeyiz yani... Hani Türkiye’nin en önemli sorunu işsizlikti?.. Hani üniversite mezunu pek çok işsiz vardı?.. Nerede bunlar? Asistanlık mesleğini aşağılıyorlar anlaşılan... “Asistanlık yapacağıma aç kalırım” diyorlar herhalde... Yaşanan çeşitli dramlardan yola çıkarak bakıldığında sizce de ortada ciddiyetsiz bir durum yok mu?..
Mutlaka öğrenmeye ve yetişmeye istekli birini bulacağız. Henüz ümidimi kaybetmedim... İşsiz kalanlara da hâlâ “Oh olsun!” demiyorum... Ancak bundan sonra öğrencilerime 1978 yılında başlayarak Milliyet’in Cağaloğlu’ndaki o sevimli binasının dördüncü katındaki Hey Dergisi’nde masasız, daktilosuz, telefonsuz ve boğaz tokluğuna çalışarak geçirdiğim 3 yılı anlatacağım... Belki bir işe yarar.
Haliyle yolunu açmak, üzerindeki ‘yönetici asistanı’nın zorunlu kıldığı günlük iş yükünü azaltmamız ve yeni bir arkadaşı yetiştirmemiz gerekiyordu. Ne gibi işler? Akşam Gazetesi ve Marketing Türkiye’de yazdığım yazılar için ön araştırmalar yapmak, üniversitede verdiğim derslerin notlarını ve sunumunu hazırlamak, danışmanlık hizmeti verdiğim müşterilerin işleriyle ilgili hazırlık yapmak, toplantı notlarını tutup takip etmek, yöneticisi olduğum şirketlerde benim yapmam gereken işleri kesin unutacağım için gereken hatırlatmaları yapmak, günlük ajanda ve görüşmeleri organize etmek, gelen konuklarla ilgilenmek, yazışmaları takip etmek, gidilecek eğitim ve konferansları koordine etmek vs.
Son Asistanım Aslı Hanım’ın 4 yılda izlediği çizgiye bakarsak, hayli entelektüel bir birikim serüveni bekliyordu yeni Asistan adayını; tabii ki ciddi bir mesleki birikim ve çağımız iş dünyasında her şeyin temeli olarak kabul edilen ‘networking’ (kişisel ilişkiler ağı) geliştirme olanakları... Maaş ne kadardı peki? Başlangıç için 1000 YTL , üç ay sonra 1.200 YTL; Altı ay sonra 1.500 YTL; bir yıl sonra ise 2.000 YTL...
Doktorasını yapmış üniversite öğretim görevlilerinin maaşlarının neredeyse iki katı bir meblağa ulaşabilme ve bireysel gelişme olanağı verilecek bu pozisyon için, bundan bir buçuk ay kadar önce, bir kaç insan kaynakları sitesine, sonra da gazetelere ilan verdik. Tahmin edebileceğiniz gibi yüzlerce başvuru aldık. Peki ne oldu?
Hiçbir şey! Neden mi? Anlatalım:
1- Gelen başvuruların çoğu başvuru kriterlerine uygun değildi. Ya ne iş olsa yaparım diyorlar; ya da kendilerini bilmiyorlardı. İlanı doğru dürüst okumayı beceremeyen birini nasıl alacaktık?..
2- Başvuru yapanların çoğunun özgeçmişlerine koydukları fotoğraf bir mayo firmasının katalog fotoğraflarını andırıyordu, ya da başvuru sahipleri, ‘dream_boy_88@....com’ vb. e-postaları iletişim adresi olarak veriyorlardı.
3- Ön değerlendirmeyi geçenler telefonla aranıyordu. O da ne? Bir kısmının GSM operatörü tarafından verilen müzikli çalma servisleriyle karşılaşıyordunuz. Karadeniz’li birinin fondaki horon sesinden tutun, erkek arkadaşından ayrılmış bir bayan adayın sevgilisine vermek istediği mesajı içeren şarkılara kadar...
4- Görüşmeye çağrılan adayların yarısı kararlaştırılan gün ve saatteki randevusuna gelmiyor ve haber verme gereğini duymuyordu.
5- Görüşmeye gelenleri ise hiç sormayın... Şortun altına bu sezonun modası parmak arası simli ve taşlı terlik giymiş, kıştan kalma solaryum yanığının üzerine Bodrum kumsallarında bir kez daha yanmış olarak teşrif edenler; kot pantolonla, tıraş olmadan görüşmeye gelenler, akrabalarının elinden tutup bizim ofisin yolunu tutanlar... Akıl alır gibi değil.
6- Krokiye rağmen görüşmeye iki saat geç gelenler, gerekçe olarak da adresi bulamadığını söyleyenler de vardı.
7- İş başvurusunda bulunduğu ve mülakata çağırıldığı şirketin hangi sektörde faaliyet gösterdiğini, ne tür işler yaptığını bilmeyen, bunu öğrenme ve araştırma gereği duymamış olanlar da vardı. Bir ‘buradan geçiyordum, uğradım’ demedikleri kalmıştı sanki. ‘Bu işi niçin istiyorsunuz?’ sorusunu doğru olarak yanıtlayabilmiş olan ya bir ya da iki kişi vardı toplam...
8- Telefonda ya da mülakatın 5. dakikasında, yapacağı işin ne menem bir şey olduğunu ve kendisinin ne katabileceğini araştıracağına alacağı parayı ve yan menfaatlerin ne olduğunu öğrenmek için yırtınanların oranı azımsanacak gibi değildi.
9- Şehir dışından başvuruda bulunanlar, mülakata çağrıldıklarında “Bu kadar çabuk arayacağınızı bilmiyordum, eğer şartlar iyi olursa gelirim, siz bana şartlarınızdan bahsedin" diyorlardı.
10- "Son çalıştığınız yerden nasıl ayrıldınız?" sorusuna önce istifa ettiğini söyleyerek yanıt verenler, "Ayrılırken tazminatınızı aldınız mı" sorusu yöneltildiğinde "aldım" diye cevap verebiliyorlar; ağızlarındaki baklayı ise "son iş yerinizden referans alabilir miyiz" sorusu geldiğinde çıkarıyorlardı.
11- Yönetici asistanına başvuranların çoğu görevin gerekliliklerini bilmiyordu; ancak başvurmakta sakınca görmüyorlardı.
12- Bir de ‘hislenen’ler vardı ki, en komiği onlardı. Telefonla görüşmeye çağırmak için aradığınızda alabileceği bilgileri kısa yoldan elde edip, ona göre gelip gelmemeye karar vermek istiyordu bunlar. Genellikle üniversite mezunu oldukları gün niçin kendilerine genel müdürlük teklif edilmedi, diye hayıflanan takımdandılar... Anlattığınız görev tanımıyla ilgili kısımdan bir kaç cümleyi çekip, “Bunu bana nasıl yaparsınız, onca sene üniversite okudum, sekreterlik mi yapacağım” diye tepinip, bir de işi “Siz asistanınız için üniversite mezunu, yabancı dil bilen ayakçı arıyorsunuz. Master yapmış biri varsa bana bir hizmetçi lazım yollasanıza, diye küstahlaşabiliyorlardı...
13- Benim bir yazımda “Önemli olan bir yere kapılanmaktır, gerekiyorsa ücretsiz olarak girip kendinizi göstermeye çalışın” şeklindeki önerim, bazılarını çıldırtmıştı mesela... Tabii bizim iş için geçerli değildi bu. Ben genel anlamda söylemiştim. Benim bu tavsiyemden yola çıkarak, işi emperyalizm ve kapitalizmin uşaklığına, oradan da sömürü düzenine götürmeye çalışanları anlamakta zorlandığımı söylemeliyim... İşçi sınıfı ve sömürü muhabbetinden çok uzak kalmış olmalıyım....
Bu 13 madde elbette genellenemez. İçlerinden ‘kendini bilenler’ yok muydu? Tabii ki vardı. Olanlarla da ya kültürümüz uyuşmadı, ya değerlerimiz. Finale kalan yok gibi... Hâlâ çözümsüzlük içindeyiz yani... Hani Türkiye’nin en önemli sorunu işsizlikti?.. Hani üniversite mezunu pek çok işsiz vardı?.. Nerede bunlar? Asistanlık mesleğini aşağılıyorlar anlaşılan... “Asistanlık yapacağıma aç kalırım” diyorlar herhalde... Yaşanan çeşitli dramlardan yola çıkarak bakıldığında sizce de ortada ciddiyetsiz bir durum yok mu?..
Mutlaka öğrenmeye ve yetişmeye istekli birini bulacağız. Henüz ümidimi kaybetmedim... İşsiz kalanlara da hâlâ “Oh olsun!” demiyorum... Ancak bundan sonra öğrencilerime 1978 yılında başlayarak Milliyet’in Cağaloğlu’ndaki o sevimli binasının dördüncü katındaki Hey Dergisi’nde masasız, daktilosuz, telefonsuz ve boğaz tokluğuna çalışarak geçirdiğim 3 yılı anlatacağım... Belki bir işe yarar.