İ
İslami Yazar
Forum Okuru
Allah’a Niçin inanmamız gerekir?
İslam bilgi dinidir. Bu dinde bilgiye zıt düşebilecek veya çelişecek bir şey yoktur. Şayet çelişir gibi görünen bazı şeyler varsa bu, henüz bilgimizin onu ihtiva edecek seviyeye gelmemiş olmasındandır. Yahut da onu bizim yanlış anlayıp değerlendirmemizdendir.
Ananeye göre bir bilgin bir mutasavvıfın yanına gelir ki hadise bir mistiğe atfedilir ve Allah’a varlığı hakkında bin tane delil bulduğunu söyler. Bunu duyan tasavvuf ehli zat, senin Allah hakkında bin tane şüphen var öyleyse der.
Geleneksel anlayışa göre Allah’ın varlığı İlimle değil, sezgi ile kavranır ve ancak yaşanarak bilinir. Ayrıca bu idrak bütün tavsiflerin üstündedir. Ancak bu anane ile, kuranı Kerim’in işaretleri arasında büyük bir çelişki olduğu kanaatindeyiz.
Nitekim Kuran’da bu konu İbrahim peygamberin dilinden şöyle ifade edilir: İbrahim, Rabbim ölüleri nasıl diriltiğini bana göster demişti de, inanmıyor musun? Deyince hayır öyle değil, ama kalbim iyice mutmain olsun demişti.
Demek meseleyi inanıp inanmamak açısından değilde İnanılan gerçekleri, mutmain olmak açısından ele almak gerekir. İşte bunun için biz Allah’ın varlığını ispat eden delilleri inanmak bakımından değil, itminan olmak bakımından değerlendirmek kanaatindeyiz.
Müslümanlardan bir çoğu Allah’ın varlığı için delil aramaya ne hacet nereye bakılsa O’nun varlığının delilleri ile dolu değil mi? Diyebilir. Biz ise bunları kabul ediyor ve onların yanısıra bilgimizin bir yakîn ve itminan haline gelebilmesi için dinî, akli ve ilmi delilleri değerlendirmenin gerektiğine inanıyoruz. Ancak böyle inandığımız değerlerin sarsıntı ile yıkılması önlenebilir. Ve ancak bu sayede ilim iman için engel değil, bir alet durumuna gelebilir.
Yakın çağda İslam dünyası, inanç değerlerini saldırgan emellere karşı gereği gibi koruyamamıştır. Batı medeniyetinin kendi ülkesinde yaptığı zorunlu yıkıntının doğuda da tekrarlanmasını önleyici hiçbir çaba harcamamıştır. Özellikle 20. Yüzyılda ki gelişmeler karşısında kendini ustaca savunmasını becerememiştir. Bunun neticesinde İslam dünyasında manevi yıkım diyebileceğimiz büyük sarsıntılar olmuş ve özellikle aydın kesimde dini eserleri reddetme bir medeni iyilik ve ilericilik gereği sayılmıştır.
Bunda ne münevver kitleye hitap etmesini bilemeyen yetersiz din adamlarının rolü olduğu kadar, böyle bir şeyin gereğine inanmayan vurdum duymaz dindarlıkların da etkisi olmuştur. Bu safdillik ise, sadece ve sadece manevi değerleri yıkmak isteyen hainlerin ekmeğine yağ sürmüştür. Manevi inançların elbetteki temeli sezgiye ve ruhî hayata dayanır. Ama bunların bilgiyle desteklenmesi ve ilmin verileriyle beslenmesi gerekir. Aksine Kuran da, ve sünnette bütün inançların temelinin saf bilgiye dayandığı belirtilmiştir.
Allah’a iman bedihi gerçeklerin başında gelen bir gerçektir. Aslında inananlar değil, inanmayanlar delir getirmelidir. Fakat İbrahim peygamberin yukarda belirttiğimiz ifadesinde olduğu gibi, imanın bir itminan haline kavuşabilmesi için ilimle desteklenmesi gerekiyor.
Ananeye göre bir bilgin bir mutasavvıfın yanına gelir ki hadise bir mistiğe atfedilir ve Allah’a varlığı hakkında bin tane delil bulduğunu söyler. Bunu duyan tasavvuf ehli zat, senin Allah hakkında bin tane şüphen var öyleyse der.
Geleneksel anlayışa göre Allah’ın varlığı İlimle değil, sezgi ile kavranır ve ancak yaşanarak bilinir. Ayrıca bu idrak bütün tavsiflerin üstündedir. Ancak bu anane ile, kuranı Kerim’in işaretleri arasında büyük bir çelişki olduğu kanaatindeyiz.
Nitekim Kuran’da bu konu İbrahim peygamberin dilinden şöyle ifade edilir: İbrahim, Rabbim ölüleri nasıl diriltiğini bana göster demişti de, inanmıyor musun? Deyince hayır öyle değil, ama kalbim iyice mutmain olsun demişti.
Demek meseleyi inanıp inanmamak açısından değilde İnanılan gerçekleri, mutmain olmak açısından ele almak gerekir. İşte bunun için biz Allah’ın varlığını ispat eden delilleri inanmak bakımından değil, itminan olmak bakımından değerlendirmek kanaatindeyiz.
Müslümanlardan bir çoğu Allah’ın varlığı için delil aramaya ne hacet nereye bakılsa O’nun varlığının delilleri ile dolu değil mi? Diyebilir. Biz ise bunları kabul ediyor ve onların yanısıra bilgimizin bir yakîn ve itminan haline gelebilmesi için dinî, akli ve ilmi delilleri değerlendirmenin gerektiğine inanıyoruz. Ancak böyle inandığımız değerlerin sarsıntı ile yıkılması önlenebilir. Ve ancak bu sayede ilim iman için engel değil, bir alet durumuna gelebilir.
Yakın çağda İslam dünyası, inanç değerlerini saldırgan emellere karşı gereği gibi koruyamamıştır. Batı medeniyetinin kendi ülkesinde yaptığı zorunlu yıkıntının doğuda da tekrarlanmasını önleyici hiçbir çaba harcamamıştır. Özellikle 20. Yüzyılda ki gelişmeler karşısında kendini ustaca savunmasını becerememiştir. Bunun neticesinde İslam dünyasında manevi yıkım diyebileceğimiz büyük sarsıntılar olmuş ve özellikle aydın kesimde dini eserleri reddetme bir medeni iyilik ve ilericilik gereği sayılmıştır.
Bunda ne münevver kitleye hitap etmesini bilemeyen yetersiz din adamlarının rolü olduğu kadar, böyle bir şeyin gereğine inanmayan vurdum duymaz dindarlıkların da etkisi olmuştur. Bu safdillik ise, sadece ve sadece manevi değerleri yıkmak isteyen hainlerin ekmeğine yağ sürmüştür. Manevi inançların elbetteki temeli sezgiye ve ruhî hayata dayanır. Ama bunların bilgiyle desteklenmesi ve ilmin verileriyle beslenmesi gerekir. Aksine Kuran da, ve sünnette bütün inançların temelinin saf bilgiye dayandığı belirtilmiştir.
Allah’a iman bedihi gerçeklerin başında gelen bir gerçektir. Aslında inananlar değil, inanmayanlar delir getirmelidir. Fakat İbrahim peygamberin yukarda belirttiğimiz ifadesinde olduğu gibi, imanın bir itminan haline kavuşabilmesi için ilimle desteklenmesi gerekiyor.