*MeleK*
♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
2. Dünya Savaşının Türkiye'ye Siyasi ve Ekonomik Etkileri
2 dünya savaşında türkiyenin durumu 2dünya savaşında türkiyenin durumu ikinci dünya 2dünya savaşından sonra türkiye türkiye nin
II. dünya savaşi başlarken, Türkiye bati demokrasileri ile işbirligi yapmiş, savaşin Akdeniz’e, Balkanlara ve Ortadogu’ya yayilmasinin önlemek istemiştir. Türk Devlet Adamlari II. Dünya Savaşinda memleketi savaşin yikintilarindan korumak için çaba harcamişlardir. Türk diş politikasinin bu başarisinin en önemli nedenlerinden biri, devleti yönetenlerin, I. Dünya Savaşi’nda Osmanli devletini savaşa sokup sonunda yikan gelişmeleri iyi değerlendirmeleri ve yakin tarihten ders alarak ayni hatalari tekrarlamamalaridir.1
Prof. Dr. Fahir H. Armaoğlu’na göre “Türkiye’nin II. Dünya Savaşındaki durumu stratejik mevkiin önemi dolayısıyla gerek müttefik devletlerin, herek Mihver Devletlerin Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları hikayesinden başka bir şey değildir.
Almanya’nın 1940 Mayısı’nda Fransa’ya saldırması ve İtalya’nın harbe katılması ile üçlü paktın hükümlerine uygun olarak savaşa müttefikleri ile katılması gereken Türkiye savaşa girmekten sakınmıştır. 28 Ekim 1940’ da İtalya’nın Yunanistan’a saldırmasıyla Üçlü Paktın üçüncü maddesi işlenmeye başladığından İngiltere ve Fransa’nın Yunanistan’a verdikleri garanti uyarınca bu devletin yardımına koşmaları Türkiye’nin savaşa katılmasını gerektiriyordu. Bu defa Alman tehdidine maruz kalan Türkiye, İngiltere’nin savaşa katılmasını istemesine rağmen savaşa girmesi mümkün olmamıştı. Almanya’nın Balkanlardaki faaliyetleri Alman-Sovyet Rusya ilişkilerini gerginleştiriyor ve bunun sonucunda Sovyet Rusya Türkiye’ye yakınlaşıyordu. Almanların Bulgaristan’a yerleşmesi, bütün Ortadoğu’nun Almanlara açılacağı endişesi, İngiltere’nin tekrar Türkiye üzerinde baskı kurmasına neden oldu.
____________________
1- Oral Sander. “ I. Dünya Savaşı’nın Sonundan 1980’ e kadar” Siyasi Tarih., Ankara, s.103
Almanların Rusya’ya saldırdığı günlerde, Almanya Irak’a yardım edebilmek, asker ve malzeme geçirebilmek ve Türkiye’yi razı etmek için toprak teklif etmiş ancak Türk hükümeti razı olmamıştır. Bunun üzerine Almanya 18 Haziran 1941 Saldırmazlık Paktı imza ederek, Sovyet Rusya’ya saldırmıştır. Bu Paktı, İngiltere ve Amerika’da hoş karşılamış, Amerika ödünç verme ve kiralama kanununca Türkiye’ye yaptığı yardımı kesmiştir.2
Rusların zaferi kazanmaları, Türkiye üzerindeki Alman baskısını azaltırken, müttefik baskısını artırmıştır. Türkiye savaşa katılabilmek için orduya geniş ölçüde malzeme bakımından takviyesini istemiştir. Ancak ikinci cephenin açılmasıyla Türkiye’nin savaşa katılmasının değerini azaltmıştır. Tüm bu gelişmelere rağmen Türk hava alanlarından faydalanması isteği de olumsuz sonuçlanmıştır.
Tahran Konferansında Türkiye’nin harbe girmesi hakkında karar alınmış ve Türkiye’nin hava alanlarından müttefiklerin faydalanması zorunlu görülmüştür. İnönü savaşa katılmayı kabul etmiş, ancak bu katılımı savunma için gerekli malzemenin verilmesine bağlı tutmuştur. Kahire Konferansından sonra Rosevelt, Türkiye’ye yardım yetiştirilemeyeceğinden, faal olarak savaşa girmesinde sebep olmadığını açıklamıştır.
Yalta Konferansında Sovyet Rusya’nın Boğazların statüsünü değiştirme isteği saldırgan tutumu üzerine Amerika ve İngiltere Boğazlar üzerindeki Türkiye’nin egemenliğini ihlal edecek statüye taraftar olmadıklarını beyan ettiler. Türkiye 23 Şubat 1945’ de Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eder. Sovyetler Birliği 15 Mart 1945’ de Türk Sovyet saldırmazlık Paktının, yeni şartlara uymadığı için fesh eder. Almanya’nın yenilmesi, Avrupa dengesinde meydana gelen boşluktan yararlanan Sovyetler Birliği, Türkiye’ye karşı emperyalist emellerini Potsdam Konferansında Boğazlar konusunda devam etmiştir. Her türlü siyasi baskıya rağmen bu savaşta Türkiye’nin son ana kadar tarafsız kalması önemli bir başarıdır.
____________________
2- Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1977, s. 252-253
A ) SAVAŞ SONRASI TÜRKIYE’NIN DIŞ POLITIKASI
İkinci Dünya Savaşını izleyen ilk yılda Türkiye’nin dış politikada en büyük sorunu, savaş içinde düştüğü yalnızlıktı. 25 Nisan 1945’ te Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kurulması amacıyla toplanan San Francisco Konferansında bu yalnızlığı daha çok hissedecektir.3
I-) Sovyet Rusya’nın Türkiye Üzerindeki İstekleri
Almanya’nın mağlubiyeti, Avrupa’nın dengesini Ruslar lehine, bozmuş ve bu durumda Türkiye için çok tehlikeli olmuştur. Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotof, 19 mart 1945’te Moskova’da bulunan Türkiye Büyük Elçisine gönderdiği notada 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Paktının feshedildiği bildirilmiştir. Türkiye tehlikeyi bertaraf etmek için Sovyetlerle anlaşma yolunu denese de Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlık haklarının bir kısmını kaybetmeden Sovyetlerle anlaşabilmenin çok zor olduğu ortaya çıkmıştır. 7 Haziran 19452 te Sovyetler Birliği ile Türkiye anlaşmak istiyorsa; Türkiye Sovyet sınırının değişmesi, Boğazlarda Sovyet Rusya’ya üs verilmesi Montreux sözleşmesinin yeniden düzenlenmesini istemiştir.
Bu durum karşinida Türkiye bagimsizligini ve toprak bütünlügünü korumakta endişe duymuş, silahli bir Sovyet saldirisina ugradigi taktirde tek başina da olsa karşi koymak azminde oldugunu dünyaya ilan etmiştir.4
Birleşik Amerika ile Ingiltere’nin Sovyetler Birligi ile savaş sonrasi iş birligi gerçekleştirmek Postdam Konferansi 17 Temmuz-2 Agustos 1945 tarihinde toplanmiştir. Postdam’da Sovyetlerin Bogazlar üzerindeki istekleri ve Bogazlar rejimini degiştirmek yolundaki teklifleri ile Rusya, Türkiye üzerinde yeniden baski kurmak istemişlerdir. Postdam’da üç devlet Bogazlar konusunda anlaşamamiş, ancak Bogazlarin yeni bir rejime tabi olmasi, Amerikanin Bogazlar üzerinde söz sahibi olmasi hususunda mutabakata varilmiştir.
________________
3- Mehmet Gönlübol, haluk Ülmen, Olaylarla Türk Dış Politikası( 1919-1965 ), Ankara, 1969, s. 205
4- Hamza Eroğlu, a.g.e., s. 259
Sovyetler, 7 Ağustos 1946 ve 25 Eylül 1946 tarihli notalar ile Potsdamdaki iddialardan da ileri giderek, Boğazların statüsünün yalnız Karadeniz’e sahildar devletler tarafından arasında tespit edilmesini ve kendilerine üs verilmesini istemişlerdir. Türkiye Sovyet Rusya’ya verdiği 22. 08. 1946 ve 18.10.1946 tarihli cevabı notalarda, Boğazlar rejimini değiştirecek bir konferansı kabul ettiğini ancak, bu konferansa A.B.D.’nin de katılacağını, Türkiye’nin egemenlik haklarına ve güvenliğine aykırı hiçbir teklif kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Sovyetlerin Türkiye’ye karşı soğuk harp tehdidi, A.B.D’yi Ortadoğu ile ilgilendirmiş, Orta Doğu ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin baskı ve sızma yoluyla tehdit edilmesine karşı, Sovyetlere kapalı bir şekilde ihtarda bulunmuştur.
II ) Amerika’nın Türkiye’yi Desteklemesi
a-) Truman Doktrini
Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerindeki isteği ve baskısının devamı Türkiye bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçlardan en önemlisi ordusunu hala savaş sırasındaki mevcudunda tutmak zorunda olmasıdır. İktisadi gücü yeterli olmayan Türkiye için bu durum karşınında tek çıkar yol dış yardım aramak oldu. Batı dünyasının savunması için çok önemli bir yerde buluna Türkiye ve Yunanistan’ı genişleme emellerine açıkça ortaya koyan Sovyet Rusya karşısında Yalnız bırakmamış ve bu iki ülkeye yardım etme kararını alan Başkan Truman, kendi adıyla anılan bir mesajı 12 Mart 1947 Mecliste okumuştur. 12 Temmuz 1947’de Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, Türkiye’ye yapılacak yardımla ilgili bir anlaşma imzalanmıştır.5
Truman Doktrini, bir yandan yeryüzünün iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan mücadelesinin başladığını ilan edip, soğuk savaşın ilk adımlarını oluştururken, öte yandan Doğu Avrupa ve Balkanlardaki bölünmeyi de çok daha kesin çizgileriyle ortaya koymuştur.6
________________
5 Mehmet Gönlübol, Haluk Ülmen, a.g.e., s. 225-232
6 Oral Sonder, a.g.e., s. 207
b-) Marshall Planı
II. Dünya Savaşinda ekonomik ve sosyal bakimdan bitkin bir durumda çikan Avrupa Devletlerinin kalkinmasini saglamak için A.B.D’de, 1948 yilinda, dört yil süreli “ Iktisadi Işbirligi Kanunu” kabul edilmiştir. Bu kanunun öncülügünü Amerika Diş Işleri Bakani General Marshall yapmiştir.
İktisadi İşbirliği Konferansına Türkiye’de katılmış, iktisadi durumu konusunda gerekli bilgileri vermiş ve savaş sonrası iktisadi kalkınma programı gerçekleştirmek için dış yardım yapılmasının istemiştir. Amerikalı uzmanlar Marshall Planının mili ekonomik kalkınma programının finansmanı değil, savaştan yıkılmış Avrupa’nın kalkınması için hazırlanmış bir plan olduğunu savunmuştur. Türk Hükümetinin isteği üzerine konuyu bir daha ele alan Amerikan Hükümeti Türkiye’yi Marshall Planı için almaya karar vermiştir.7
Böylece dört yıl kapsayan (1947-1951) Avrupa Kalkınma Projesi, yani Marshall yardımı başlamıştır. Sovyet Rusya ise, Marshall planının Truman Doktrininden sonra ortaya çıkmasını, bu doktrinin uygulanması biçiminde yorumlamış kendi katılmadığı gibi Doğu Avrupa ülkelerinin de katılmaması için baskı yapmıştır.
III-) 1950-1960 Yıllarındaki Gelişmeler
a-) Kore Uyuşmazligi
1950’den sonra Türkiye’nin dış politikasında önemli gelişmeler olmuştur. Rus işğali altında buluna Kuzey Kore’nin, Güney Kore’ye 1950 yılında saldırması meselesinin milletler arası bir durum almasını gerektirmiş ve Birleşmiş Milletler müşterek tedbirler almıştır. Bu polis tedbirine Türkiye'’e 4500 kişilik birlikle iştirak etmiştir. Türk askerinin Kore’de üstün başarısı milli itibarımız arttırmıştır.
________________
7- Mehmet Gönlübol, Haluk Ülmen, a.g.e., s. 236
b-) Kuzey Atlantik Paktına Katılma
Kollektif güvenlikte açılan gediği kapatma gayesiyle 4 Nisan 1949’da imzalanan Kuzey Atlantik Paktı ile kısmi güvenlik mekanizması oluşturulmuştur. Bu sırada Türkiye Paktın dışında bırakılmıştır. Paktın 19 Eylül 1950 tarihli toplantısında Türkiye ve Yunanistan’ın pakta katılma istekleri Akdenize kadar genişlemeyi üte devletler doğru bulmayarak redolunmuştur. 1951 Ocak ayında A.B.D. hükümeti Avrupa da Komünist tehlike arttığından bizzat kendisi paktın üyelerine telkinlerde bulunmuştur. 20 Eylül 1951’de Ottowa toplantısına kabul edilmiş, Şubat 1952 de Türkiye ile Yunanistan eşit şartlarda üye olarak katılmışlardır.
c-) Balkan İttifakı
II. Dünya Savaşi’ndan önce Balkanlarda bariş ve güvenligi saglamak amaçli pakt, savaştan sonra kurulan II. Balkan Ittifaki, Komünist Rus Emperyalizmine karşi savunma tedbiridir. Her iki Balkan birligi de Türk-Yunan dostlugu üzerine gelişmiştir. Ancak Kibris meselesi ile Türk-Yunan ilişkileri bozulunca ittifak önemini kaybeder.
d-) Bağdat Paktı (Cento)
Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat’ta imzalanmıştır. Antlaşmaya, İngiltere ( 5 Nisan 1955), Pakistan ( 23 Eylül 1955), İran’da ( 11 Ekim 1955) katılmış ve ilk toplantı 22 Kasım’da Bağdat’ta yapılmıştır. Pakt Amerikanın teşvikiyle kurulmuş, Amerikanın pakta katılması arzu edilmiş ama Arap aleminin tepkisi karşısında pakta katılmamıştır. Paktın esas gayesi Orta Doğu barış ve güvenliği tesis etmek ve üye devletler arası sıkı iş birliğini sağlamaktı. 14 Temmuz 1958’de ırak ihtilali ile yeni kurulan idare Bağdat Paktından ayrılmış ve bunun sonrasında paktın ismi değiştirilerek “Merkez Antlaşması Teşkilatı” kısaltılmışı ile Cento adını alır.8
________________
8 Hamza Eroğlu, a.g.e. , s.270
e-) Kıbrıs Meselesi
Kıbrıs sorunu, 1954 yılının sonundan 1959 yılına kadar Türk Yunan Hükümetleri arasındaki resmi anlaşmazlık olarak sürmüştür. Kıbrıslı Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmek (Enosis) konusu Yunan kamuoyunda da tersini gösterdi ve olay Yunan resmi makamlarınca da benimsendi. Yunan resmi makamları meseleyi 1954 yılında Birleşmiş Milletlere getirdiler. Siyasi komisyon konuyu inceleme lüzumu görmedi ve Yunan tezini redetti.
26 Ağustos1955’te Londra Konferansında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan karşı karşıya geldiler. Yunanlılar adanın kendilerine tabi olmasını istiyorlardı. Dayadıkları temel prensip de adadaki nüfusun çoğunluğunun Rum olması idi. Bu konferansta olumlu bir sonuç alınamadan dağıldı.
1956 yılında adanın taksimi konusu gündeme gelir ve Türk kamuoyu bu tezi kabul eder. 1958 yılında Kıbrıs’ta bunalım artar ve 1959 yılında Zurich’te iki devlet temsilcileri görüşür. Rumlar Enosis’ten Türkler ise taksimden vazgeçtiler. 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. Devlet iki cemaatin ortaklaşa yetki ve sorumluluklarına dayanmaktaydı.
B ) İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN TÜRKİYE’YE EKONOMİK ETKİLERİ
1-) Savaş Yillarinda Türkiye’nin Ekonomisi
Savaşin içinde dogrudan yer almadigi halde oldukça yakininda yaşayan ve çeşitli yönleriyle savaş ekonomisi deneyimi geçiren Türkiye üzerinde bu dönemin etkileri çok farkli olmuştur. Savaş boyunca yari seferberlik havasini devam ettirmiş ve yetişkin nüfusunun askere alinmasi üretim hacminde düşmelere neden olmuştur. Savaş öncesinde başlayan planlama çalişmalari ve sinai yatirim programlar, savunma harcamalarinin bütçeye hakim olmasi nedeniyle ertelenmiş ve bu yillarda yeni yatirimlara girişmek yerine mevcut yatirimlari korunup işletilmesi temel politika olarak benimsenmiştir.
Türkiye’nin ekonomik politikasını belirleyen temel metin, 1940 yılının başında çıkarılan ve hükümete ekonomiye müdahale konusunda sınırsız yetkiler veren “ Milli Korunma Kanunu” olmuştur. Savaş ortaminin bir geregi olarak çikartilan ve savaş içindeki diger ülkelerinde aldigi önlemlerin bir benzeri olan bu yasayi, Devletçilik politikasinin bir uzantisi olarak yorumlamak
gerekir. Resmi bir politika olarak daha önce başlamiş olan devletçilikten uzaklaşma süreci savaş döneminde de bazi dalgalanmalarla devam etmiştir. Ülke dişinda süren savaşin ve ülke içinde yer alan seferberlik ortaminin ekonomik etkileri önemlidir. Bu baglamda deginilmesi gereken birinci konu, Türkiye’nin ihraç ürünlerine olan talebin artmiş olmasidir. Bu diger bir deyişle, tarim kesiminin gelirlerinin artmasidir. Ancak bu dönemde tarimsal üretim artmiş degil, tersine azalmiştir. Bunun nedeni ise köylünün büyük çogunlugunun silah altina alinmiş olmasidir. Savaş ekonomisi uygulamasinin yükünü küçük köylü çekerken, kazançli olan pazara dönük büyük çiftçi olmuştur. Ikincisi, gelişmiş ülkelerin savaş içinde olmalari yani sira Milli Korunma Kanunu çerçevesinde getirilen diş ticaret kisitlari, ithalatin önemli ölçüde daralmasidir.9 İthalatın ve yerli üretimin daralmasının yarattığı kıtlık ortamı, devletin seferberliği para basarak finanse etmesi çabası ile birleştiğinde enflasyon ortamı yaratmıştır. Bu karaborsa spekülasyon ortamının sonucu ise, önemli bir sermaye birikim olmuştur. Diğer bir deyişle, savaş döneminden karlı çıkan ticaret sermayesidir.
Bu dönemde biriken olağan üstü servetleri vergileyerek seferberlik finansmanına katkıda bulunak amacıyla 1942 yılında “varlık vergisi” kanunu çıkartıldı. Bu kanunla sermaye ve gelirlerinde yeni bir vergi alınarak acil askeri masraflar karşılanmak istemiştir. İthal mallar ve ihtiyaç maddelerinde karaborsacılık ve vurgunculuk yaparak zenginleşmiş olanlardan, tüccarlardan ve aracılardan vergi almak ve böylece sıkıntı çeken dar gelirli sınıfları manenen tatmin etmek yoluna gidilmiştir. Bu noktaya kadar savunulması kolaydı ancak, eleştiriler kanunun uygulanma şeklinden doğdu. 10 Bu kanunun öncelikli gayr-i müslim azınlıklara uygulanarak Kurtuluş Savaşından beri süre gelen yerli tüccarların azınlıkların yerini alma politikasına katkıda bulunmuştur.
Savaşin sona erdiginde çikartilan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ( 11 Haziran 1945 ); radikal hükümler içeren ve bir toprak reformu niteliği taşıyan bu yasa, meclisten güçlükle geçirilmiş ve büyük tepkilere neden olmuştur. Nitekim çıkarıldıktan hemen sonra tarım Bakanlığına bir toprak ağasının getirilmesi yoluyla fiilen uygulamadan kaldırıldı.11 .
____________________
9 Haldun Gülalp, Gelişme Stratejileri ve Gelişme Ideolojileri, Ankara, 1983, s.35
10 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, (Sosyal-Ekonomik-Kültürel Temelleri), İstanbul, 1996, s.110
11 Haldun Gülalp, a.g.e., s. 37
Savaş döneminde ithalatin önemli derecede azalmasi ve buna karşilik ihracat gelirlerinin artmasi Türkiye'’in altin ve döviz rezervlerinin de birikimine yol açmiştir. Ancak bu durum Amerika’daki gibi sinai gelişme açisinda olumlu etkilendigi halde Türkiye’de, toplumsal gelişme açisindan, tam tersi bir sonuç yaratmiştir. Türkiye’de bir sanayi burjuvazisinin gelişmemiş olmasi ve sinai sermaye birikimini devletin yürütür olmasi bu durumun oluşmasinda etkilidir.
II. Savaş Sonrasi Dönemdeki Ekonomik Gelişmeler
Bu dönemde Türkiye, ABD önderliğinde yeniden kurulmakta olan dünya sistemi içinde bunalım öncesindeki konumunu yeniden alma süreci olarak değerlendirilebilir. Bunalım döneminden alınan dersler değerlendiren gelişmiş kapitalist ülkeler açısından en önemli sorun,uluslar arası meta ve sermaye dolaşımını yeniden canlandırmak bunun sürekliliğini sağlayacak önlemler almak olmuştur. Bu amaçla 1914 yılında Brettan Woods anlaşmasi ile kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası(IBRD), uluslar arası kapitalizmin işleyişini denetleyen üst organ olarak nitelendirilebilir. Diğer bir kurumsal düzenleme, ABD Dış İşleri Bakanı Marshall’ın Avrupa’nın savaş yıkıntılarından kurtulup kalkınmasının kendi ülkesinin yararına olacağı ve bu amaçla yardımda bulunabilmek isteği ile başlayan Marshall Yardım Programıdır. Türkiye’nin bu dönemdeki ekonomik yönelimi bu iki düzenleme doğrultusunda gelişecektir.
Marshall yardım programına katılmayı amaçlayan Türkiye savaş sırasında devletçilik ilkesi doğrultusunda hazırlandığı planı uluslar arası konjoktör uyarınca, bu planı kaldırmış, yerine 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı diye bilinen ve gerçekte Marshall’a katılabilmek için sunacak metni hazırlamıştır. 1947 planı tarım, haberleşme, sulama, enerji, demir-çelik, maden ve sanayi alanlarını temel etkinlik noktaları olarak kabul ediyor ve tarımsal gelişme üzerinde odaklaşıyordu. Kaynak açısından plan dış kredilere dayanmaktadır. Sonuç olarak Türkiye 1948’de yardım kapsamına alınarak OEEC’ye üye olmuştur. Bu yolda CHP iktidarı tarafından başlatılan süreç, 1950 DP tarafından sürmüştür.
Türkiye’ye Verilen Marshall Planı Yardımları 12
Devreler Umumi yardım Direkt Endirekt
1947-48 - - -
1948-49 5 milyar 953 milyon 49 milyon -
1949-50 3 milyar 510 milyon 58,5 milyon 74,5 milyon
1950-51 2 milyar 418 milyon 45 milyon 55 milyon
1951-52 937 milyon 22,5 milyon 47,5 milyon
Toplam Oran Askeri yardım
1947-48 - - 100 milyon
1948-49 49 milyon %0,83 95 milyon
1949-50 132,7 milyon %3,7 102 milyon
1950-51 100 milyon %4,1 150 milyon
1951-52 70 milyon %7,4 240 milyon
__________________
12 Duygu Sezer, “Türkiye’nin Ekonomik İlişkileri” Türk Dış Politikası (1919-1965) s.484
III-) 1950 Yılından Sonra İzlenen Ekonomik Siyaset
CHP yerine gelen Demokrat Parti toplumda oluşan yani toplumsal ve ekonomik güçleri temsil ediyordu. Yeni hükümetin ekonomik siyaseti, devletin ekonomik yaşamindaki etkinliklerini sinirlamak ve özel kesimin gelişmesini desteklemeye dayaniyordu. 1950’den sonra “liberal” siyaset, devletçi uygulamayla genelde temelde ayniydi. Liberal olmaktan çok “müdehaleci” bir nitelik taşiyordu. Demokrat Partinin hükümet programlarinda tersini öne sürmesine karşin kamu kesimi üretimce egemen durumdaydi. 13
Temel anlayış değişmemiş olmakla birlikte DP yönetimi altında kimi gelişmeler olmuştur. İlk değişikliklerden biri plansız dönemin başlamasıdır. Ekonomik hükümetin aldığı günlük ekonomik kararlara göre biçimlenmiştir. Sonuç, iki yönlü bir “enflasyon” biçiminde gelişti. Bir yandan “talep enflasyonu”, öte yandan “maliyet enflasyonu” 1958 yılında “ 4 Ağustos kararları” olarak bilinen önlem Türk Lirasının değerinin düşürülmesini kapsıyordu. Fakat gerekli olan tüm önlemler alınmayınca ekonomik bunalım artar. Bu zorluklar siyasi ve toplumsal tedirginlikle pekişir ve sonunda 27 Mayıs 1960 askeri eylemine yol açar 1950-60 döneminde ekonomi sanayileştirilmek istenmiş fakat tarımdan sanayiye yeterli kaynak aktarılmaması sonucunda gerçekleşememiştir. 1960 lı yıllardan sonra Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulmasıyla tekrar planlı ekonomiye geçiş başlamış 1980’lere kadar 5 yıllık kalkınma planları devam etmiştir.
C-) SONUÇ
II. Dünya savaşinda Türkiye dogrudan yer almadigi halde stratejik konumu itibariyle savaşin siyasal, sosyal, ekonomik sonuçlarindan etkilenmiş, savaş sirasinda yaşadigi yalnizlik siyasetini aşmaya çalişmiştir. Savaş sonrasinda Sovyet Rusya’nin Emperyalist baskilarina maruz kalmiş ve denge siyasetin ABD’ne yakinlaşmakla bu bunalimi aşmaya çalişmiştir. Dünyada gelişen siyasal-ekonomik olaylara baglantili olarak bati siyasetinde yer almaya başlamiştir. Savaşin getirdigi ekonomik yikintilari aşmak için ABD’den diş yardim saglamiş ve uluslar arasi ekonomik ortakliklarda yer almiştir. Içte devletçilik siyaseti, çok partili yaşama geçişle yerini liberalizme birakmaya başlamiştir.
__________________
13 Emre Kongar, İmparatorluktan günümüze Türkiye’nin toplumsal yapısı, cilt 1-2, İstanbul, 1995, s.274-275
D-) KAYNAKÇA
1- EROĞLU Hamza, Türk Devrim Tarihi, Ankara, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayını, 1977
2- GÜLALP Hadun, Gelişme Stratejileri ve Gelişme Ideolojileri, Ankara, Yurt Yayınları, 1983,
3- KARPAT Kemal, Türk Demokrasi Tarihi ( Sosyal-Ekonomik-Kültürel Temelleri), İstanbul, Afa yayıncılık, 1996
4- KONGAR Emre, İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, İstanbul,Remzi Kitapevi, 1995
5- ORAL Sander, Siyasi Tarih ( I. Dünya Savaşi’nin Sonundan 1980’e kadar), Ankara, Imge Kitapevi, 1989
6- ÜLMAN Haluk,
GÖNLÜBOL Mehmet,
SEZER Duygu, Olaylarla Türk Dış Politikası ( 1919-1965), Ankara, A.Ü.S.B.F. Yayınları, Sevinç Matbaası, 1969
II. dünya savaşi başlarken, Türkiye bati demokrasileri ile işbirligi yapmiş, savaşin Akdeniz’e, Balkanlara ve Ortadogu’ya yayilmasinin önlemek istemiştir. Türk Devlet Adamlari II. Dünya Savaşinda memleketi savaşin yikintilarindan korumak için çaba harcamişlardir. Türk diş politikasinin bu başarisinin en önemli nedenlerinden biri, devleti yönetenlerin, I. Dünya Savaşi’nda Osmanli devletini savaşa sokup sonunda yikan gelişmeleri iyi değerlendirmeleri ve yakin tarihten ders alarak ayni hatalari tekrarlamamalaridir.1
Prof. Dr. Fahir H. Armaoğlu’na göre “Türkiye’nin II. Dünya Savaşındaki durumu stratejik mevkiin önemi dolayısıyla gerek müttefik devletlerin, herek Mihver Devletlerin Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları hikayesinden başka bir şey değildir.
Almanya’nın 1940 Mayısı’nda Fransa’ya saldırması ve İtalya’nın harbe katılması ile üçlü paktın hükümlerine uygun olarak savaşa müttefikleri ile katılması gereken Türkiye savaşa girmekten sakınmıştır. 28 Ekim 1940’ da İtalya’nın Yunanistan’a saldırmasıyla Üçlü Paktın üçüncü maddesi işlenmeye başladığından İngiltere ve Fransa’nın Yunanistan’a verdikleri garanti uyarınca bu devletin yardımına koşmaları Türkiye’nin savaşa katılmasını gerektiriyordu. Bu defa Alman tehdidine maruz kalan Türkiye, İngiltere’nin savaşa katılmasını istemesine rağmen savaşa girmesi mümkün olmamıştı. Almanya’nın Balkanlardaki faaliyetleri Alman-Sovyet Rusya ilişkilerini gerginleştiriyor ve bunun sonucunda Sovyet Rusya Türkiye’ye yakınlaşıyordu. Almanların Bulgaristan’a yerleşmesi, bütün Ortadoğu’nun Almanlara açılacağı endişesi, İngiltere’nin tekrar Türkiye üzerinde baskı kurmasına neden oldu.
____________________
1- Oral Sander. “ I. Dünya Savaşı’nın Sonundan 1980’ e kadar” Siyasi Tarih., Ankara, s.103
Almanların Rusya’ya saldırdığı günlerde, Almanya Irak’a yardım edebilmek, asker ve malzeme geçirebilmek ve Türkiye’yi razı etmek için toprak teklif etmiş ancak Türk hükümeti razı olmamıştır. Bunun üzerine Almanya 18 Haziran 1941 Saldırmazlık Paktı imza ederek, Sovyet Rusya’ya saldırmıştır. Bu Paktı, İngiltere ve Amerika’da hoş karşılamış, Amerika ödünç verme ve kiralama kanununca Türkiye’ye yaptığı yardımı kesmiştir.2
Rusların zaferi kazanmaları, Türkiye üzerindeki Alman baskısını azaltırken, müttefik baskısını artırmıştır. Türkiye savaşa katılabilmek için orduya geniş ölçüde malzeme bakımından takviyesini istemiştir. Ancak ikinci cephenin açılmasıyla Türkiye’nin savaşa katılmasının değerini azaltmıştır. Tüm bu gelişmelere rağmen Türk hava alanlarından faydalanması isteği de olumsuz sonuçlanmıştır.
Tahran Konferansında Türkiye’nin harbe girmesi hakkında karar alınmış ve Türkiye’nin hava alanlarından müttefiklerin faydalanması zorunlu görülmüştür. İnönü savaşa katılmayı kabul etmiş, ancak bu katılımı savunma için gerekli malzemenin verilmesine bağlı tutmuştur. Kahire Konferansından sonra Rosevelt, Türkiye’ye yardım yetiştirilemeyeceğinden, faal olarak savaşa girmesinde sebep olmadığını açıklamıştır.
Yalta Konferansında Sovyet Rusya’nın Boğazların statüsünü değiştirme isteği saldırgan tutumu üzerine Amerika ve İngiltere Boğazlar üzerindeki Türkiye’nin egemenliğini ihlal edecek statüye taraftar olmadıklarını beyan ettiler. Türkiye 23 Şubat 1945’ de Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eder. Sovyetler Birliği 15 Mart 1945’ de Türk Sovyet saldırmazlık Paktının, yeni şartlara uymadığı için fesh eder. Almanya’nın yenilmesi, Avrupa dengesinde meydana gelen boşluktan yararlanan Sovyetler Birliği, Türkiye’ye karşı emperyalist emellerini Potsdam Konferansında Boğazlar konusunda devam etmiştir. Her türlü siyasi baskıya rağmen bu savaşta Türkiye’nin son ana kadar tarafsız kalması önemli bir başarıdır.
____________________
2- Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1977, s. 252-253
A ) SAVAŞ SONRASI TÜRKIYE’NIN DIŞ POLITIKASI
İkinci Dünya Savaşını izleyen ilk yılda Türkiye’nin dış politikada en büyük sorunu, savaş içinde düştüğü yalnızlıktı. 25 Nisan 1945’ te Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kurulması amacıyla toplanan San Francisco Konferansında bu yalnızlığı daha çok hissedecektir.3
I-) Sovyet Rusya’nın Türkiye Üzerindeki İstekleri
Almanya’nın mağlubiyeti, Avrupa’nın dengesini Ruslar lehine, bozmuş ve bu durumda Türkiye için çok tehlikeli olmuştur. Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotof, 19 mart 1945’te Moskova’da bulunan Türkiye Büyük Elçisine gönderdiği notada 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Paktının feshedildiği bildirilmiştir. Türkiye tehlikeyi bertaraf etmek için Sovyetlerle anlaşma yolunu denese de Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlık haklarının bir kısmını kaybetmeden Sovyetlerle anlaşabilmenin çok zor olduğu ortaya çıkmıştır. 7 Haziran 19452 te Sovyetler Birliği ile Türkiye anlaşmak istiyorsa; Türkiye Sovyet sınırının değişmesi, Boğazlarda Sovyet Rusya’ya üs verilmesi Montreux sözleşmesinin yeniden düzenlenmesini istemiştir.
Bu durum karşinida Türkiye bagimsizligini ve toprak bütünlügünü korumakta endişe duymuş, silahli bir Sovyet saldirisina ugradigi taktirde tek başina da olsa karşi koymak azminde oldugunu dünyaya ilan etmiştir.4
Birleşik Amerika ile Ingiltere’nin Sovyetler Birligi ile savaş sonrasi iş birligi gerçekleştirmek Postdam Konferansi 17 Temmuz-2 Agustos 1945 tarihinde toplanmiştir. Postdam’da Sovyetlerin Bogazlar üzerindeki istekleri ve Bogazlar rejimini degiştirmek yolundaki teklifleri ile Rusya, Türkiye üzerinde yeniden baski kurmak istemişlerdir. Postdam’da üç devlet Bogazlar konusunda anlaşamamiş, ancak Bogazlarin yeni bir rejime tabi olmasi, Amerikanin Bogazlar üzerinde söz sahibi olmasi hususunda mutabakata varilmiştir.
________________
3- Mehmet Gönlübol, haluk Ülmen, Olaylarla Türk Dış Politikası( 1919-1965 ), Ankara, 1969, s. 205
4- Hamza Eroğlu, a.g.e., s. 259
Sovyetler, 7 Ağustos 1946 ve 25 Eylül 1946 tarihli notalar ile Potsdamdaki iddialardan da ileri giderek, Boğazların statüsünün yalnız Karadeniz’e sahildar devletler tarafından arasında tespit edilmesini ve kendilerine üs verilmesini istemişlerdir. Türkiye Sovyet Rusya’ya verdiği 22. 08. 1946 ve 18.10.1946 tarihli cevabı notalarda, Boğazlar rejimini değiştirecek bir konferansı kabul ettiğini ancak, bu konferansa A.B.D.’nin de katılacağını, Türkiye’nin egemenlik haklarına ve güvenliğine aykırı hiçbir teklif kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Sovyetlerin Türkiye’ye karşı soğuk harp tehdidi, A.B.D’yi Ortadoğu ile ilgilendirmiş, Orta Doğu ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin baskı ve sızma yoluyla tehdit edilmesine karşı, Sovyetlere kapalı bir şekilde ihtarda bulunmuştur.
II ) Amerika’nın Türkiye’yi Desteklemesi
a-) Truman Doktrini
Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerindeki isteği ve baskısının devamı Türkiye bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçlardan en önemlisi ordusunu hala savaş sırasındaki mevcudunda tutmak zorunda olmasıdır. İktisadi gücü yeterli olmayan Türkiye için bu durum karşınında tek çıkar yol dış yardım aramak oldu. Batı dünyasının savunması için çok önemli bir yerde buluna Türkiye ve Yunanistan’ı genişleme emellerine açıkça ortaya koyan Sovyet Rusya karşısında Yalnız bırakmamış ve bu iki ülkeye yardım etme kararını alan Başkan Truman, kendi adıyla anılan bir mesajı 12 Mart 1947 Mecliste okumuştur. 12 Temmuz 1947’de Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, Türkiye’ye yapılacak yardımla ilgili bir anlaşma imzalanmıştır.5
Truman Doktrini, bir yandan yeryüzünün iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan mücadelesinin başladığını ilan edip, soğuk savaşın ilk adımlarını oluştururken, öte yandan Doğu Avrupa ve Balkanlardaki bölünmeyi de çok daha kesin çizgileriyle ortaya koymuştur.6
________________
5 Mehmet Gönlübol, Haluk Ülmen, a.g.e., s. 225-232
6 Oral Sonder, a.g.e., s. 207
b-) Marshall Planı
II. Dünya Savaşinda ekonomik ve sosyal bakimdan bitkin bir durumda çikan Avrupa Devletlerinin kalkinmasini saglamak için A.B.D’de, 1948 yilinda, dört yil süreli “ Iktisadi Işbirligi Kanunu” kabul edilmiştir. Bu kanunun öncülügünü Amerika Diş Işleri Bakani General Marshall yapmiştir.
İktisadi İşbirliği Konferansına Türkiye’de katılmış, iktisadi durumu konusunda gerekli bilgileri vermiş ve savaş sonrası iktisadi kalkınma programı gerçekleştirmek için dış yardım yapılmasının istemiştir. Amerikalı uzmanlar Marshall Planının mili ekonomik kalkınma programının finansmanı değil, savaştan yıkılmış Avrupa’nın kalkınması için hazırlanmış bir plan olduğunu savunmuştur. Türk Hükümetinin isteği üzerine konuyu bir daha ele alan Amerikan Hükümeti Türkiye’yi Marshall Planı için almaya karar vermiştir.7
Böylece dört yıl kapsayan (1947-1951) Avrupa Kalkınma Projesi, yani Marshall yardımı başlamıştır. Sovyet Rusya ise, Marshall planının Truman Doktrininden sonra ortaya çıkmasını, bu doktrinin uygulanması biçiminde yorumlamış kendi katılmadığı gibi Doğu Avrupa ülkelerinin de katılmaması için baskı yapmıştır.
III-) 1950-1960 Yıllarındaki Gelişmeler
a-) Kore Uyuşmazligi
1950’den sonra Türkiye’nin dış politikasında önemli gelişmeler olmuştur. Rus işğali altında buluna Kuzey Kore’nin, Güney Kore’ye 1950 yılında saldırması meselesinin milletler arası bir durum almasını gerektirmiş ve Birleşmiş Milletler müşterek tedbirler almıştır. Bu polis tedbirine Türkiye'’e 4500 kişilik birlikle iştirak etmiştir. Türk askerinin Kore’de üstün başarısı milli itibarımız arttırmıştır.
________________
7- Mehmet Gönlübol, Haluk Ülmen, a.g.e., s. 236
b-) Kuzey Atlantik Paktına Katılma
Kollektif güvenlikte açılan gediği kapatma gayesiyle 4 Nisan 1949’da imzalanan Kuzey Atlantik Paktı ile kısmi güvenlik mekanizması oluşturulmuştur. Bu sırada Türkiye Paktın dışında bırakılmıştır. Paktın 19 Eylül 1950 tarihli toplantısında Türkiye ve Yunanistan’ın pakta katılma istekleri Akdenize kadar genişlemeyi üte devletler doğru bulmayarak redolunmuştur. 1951 Ocak ayında A.B.D. hükümeti Avrupa da Komünist tehlike arttığından bizzat kendisi paktın üyelerine telkinlerde bulunmuştur. 20 Eylül 1951’de Ottowa toplantısına kabul edilmiş, Şubat 1952 de Türkiye ile Yunanistan eşit şartlarda üye olarak katılmışlardır.
c-) Balkan İttifakı
II. Dünya Savaşi’ndan önce Balkanlarda bariş ve güvenligi saglamak amaçli pakt, savaştan sonra kurulan II. Balkan Ittifaki, Komünist Rus Emperyalizmine karşi savunma tedbiridir. Her iki Balkan birligi de Türk-Yunan dostlugu üzerine gelişmiştir. Ancak Kibris meselesi ile Türk-Yunan ilişkileri bozulunca ittifak önemini kaybeder.
d-) Bağdat Paktı (Cento)
Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat’ta imzalanmıştır. Antlaşmaya, İngiltere ( 5 Nisan 1955), Pakistan ( 23 Eylül 1955), İran’da ( 11 Ekim 1955) katılmış ve ilk toplantı 22 Kasım’da Bağdat’ta yapılmıştır. Pakt Amerikanın teşvikiyle kurulmuş, Amerikanın pakta katılması arzu edilmiş ama Arap aleminin tepkisi karşısında pakta katılmamıştır. Paktın esas gayesi Orta Doğu barış ve güvenliği tesis etmek ve üye devletler arası sıkı iş birliğini sağlamaktı. 14 Temmuz 1958’de ırak ihtilali ile yeni kurulan idare Bağdat Paktından ayrılmış ve bunun sonrasında paktın ismi değiştirilerek “Merkez Antlaşması Teşkilatı” kısaltılmışı ile Cento adını alır.8
________________
8 Hamza Eroğlu, a.g.e. , s.270
e-) Kıbrıs Meselesi
Kıbrıs sorunu, 1954 yılının sonundan 1959 yılına kadar Türk Yunan Hükümetleri arasındaki resmi anlaşmazlık olarak sürmüştür. Kıbrıslı Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmek (Enosis) konusu Yunan kamuoyunda da tersini gösterdi ve olay Yunan resmi makamlarınca da benimsendi. Yunan resmi makamları meseleyi 1954 yılında Birleşmiş Milletlere getirdiler. Siyasi komisyon konuyu inceleme lüzumu görmedi ve Yunan tezini redetti.
26 Ağustos1955’te Londra Konferansında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan karşı karşıya geldiler. Yunanlılar adanın kendilerine tabi olmasını istiyorlardı. Dayadıkları temel prensip de adadaki nüfusun çoğunluğunun Rum olması idi. Bu konferansta olumlu bir sonuç alınamadan dağıldı.
1956 yılında adanın taksimi konusu gündeme gelir ve Türk kamuoyu bu tezi kabul eder. 1958 yılında Kıbrıs’ta bunalım artar ve 1959 yılında Zurich’te iki devlet temsilcileri görüşür. Rumlar Enosis’ten Türkler ise taksimden vazgeçtiler. 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. Devlet iki cemaatin ortaklaşa yetki ve sorumluluklarına dayanmaktaydı.
B ) İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN TÜRKİYE’YE EKONOMİK ETKİLERİ
1-) Savaş Yillarinda Türkiye’nin Ekonomisi
Savaşin içinde dogrudan yer almadigi halde oldukça yakininda yaşayan ve çeşitli yönleriyle savaş ekonomisi deneyimi geçiren Türkiye üzerinde bu dönemin etkileri çok farkli olmuştur. Savaş boyunca yari seferberlik havasini devam ettirmiş ve yetişkin nüfusunun askere alinmasi üretim hacminde düşmelere neden olmuştur. Savaş öncesinde başlayan planlama çalişmalari ve sinai yatirim programlar, savunma harcamalarinin bütçeye hakim olmasi nedeniyle ertelenmiş ve bu yillarda yeni yatirimlara girişmek yerine mevcut yatirimlari korunup işletilmesi temel politika olarak benimsenmiştir.
Türkiye’nin ekonomik politikasını belirleyen temel metin, 1940 yılının başında çıkarılan ve hükümete ekonomiye müdahale konusunda sınırsız yetkiler veren “ Milli Korunma Kanunu” olmuştur. Savaş ortaminin bir geregi olarak çikartilan ve savaş içindeki diger ülkelerinde aldigi önlemlerin bir benzeri olan bu yasayi, Devletçilik politikasinin bir uzantisi olarak yorumlamak
gerekir. Resmi bir politika olarak daha önce başlamiş olan devletçilikten uzaklaşma süreci savaş döneminde de bazi dalgalanmalarla devam etmiştir. Ülke dişinda süren savaşin ve ülke içinde yer alan seferberlik ortaminin ekonomik etkileri önemlidir. Bu baglamda deginilmesi gereken birinci konu, Türkiye’nin ihraç ürünlerine olan talebin artmiş olmasidir. Bu diger bir deyişle, tarim kesiminin gelirlerinin artmasidir. Ancak bu dönemde tarimsal üretim artmiş degil, tersine azalmiştir. Bunun nedeni ise köylünün büyük çogunlugunun silah altina alinmiş olmasidir. Savaş ekonomisi uygulamasinin yükünü küçük köylü çekerken, kazançli olan pazara dönük büyük çiftçi olmuştur. Ikincisi, gelişmiş ülkelerin savaş içinde olmalari yani sira Milli Korunma Kanunu çerçevesinde getirilen diş ticaret kisitlari, ithalatin önemli ölçüde daralmasidir.9 İthalatın ve yerli üretimin daralmasının yarattığı kıtlık ortamı, devletin seferberliği para basarak finanse etmesi çabası ile birleştiğinde enflasyon ortamı yaratmıştır. Bu karaborsa spekülasyon ortamının sonucu ise, önemli bir sermaye birikim olmuştur. Diğer bir deyişle, savaş döneminden karlı çıkan ticaret sermayesidir.
Bu dönemde biriken olağan üstü servetleri vergileyerek seferberlik finansmanına katkıda bulunak amacıyla 1942 yılında “varlık vergisi” kanunu çıkartıldı. Bu kanunla sermaye ve gelirlerinde yeni bir vergi alınarak acil askeri masraflar karşılanmak istemiştir. İthal mallar ve ihtiyaç maddelerinde karaborsacılık ve vurgunculuk yaparak zenginleşmiş olanlardan, tüccarlardan ve aracılardan vergi almak ve böylece sıkıntı çeken dar gelirli sınıfları manenen tatmin etmek yoluna gidilmiştir. Bu noktaya kadar savunulması kolaydı ancak, eleştiriler kanunun uygulanma şeklinden doğdu. 10 Bu kanunun öncelikli gayr-i müslim azınlıklara uygulanarak Kurtuluş Savaşından beri süre gelen yerli tüccarların azınlıkların yerini alma politikasına katkıda bulunmuştur.
Savaşin sona erdiginde çikartilan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ( 11 Haziran 1945 ); radikal hükümler içeren ve bir toprak reformu niteliği taşıyan bu yasa, meclisten güçlükle geçirilmiş ve büyük tepkilere neden olmuştur. Nitekim çıkarıldıktan hemen sonra tarım Bakanlığına bir toprak ağasının getirilmesi yoluyla fiilen uygulamadan kaldırıldı.11 .
____________________
9 Haldun Gülalp, Gelişme Stratejileri ve Gelişme Ideolojileri, Ankara, 1983, s.35
10 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, (Sosyal-Ekonomik-Kültürel Temelleri), İstanbul, 1996, s.110
11 Haldun Gülalp, a.g.e., s. 37
Savaş döneminde ithalatin önemli derecede azalmasi ve buna karşilik ihracat gelirlerinin artmasi Türkiye'’in altin ve döviz rezervlerinin de birikimine yol açmiştir. Ancak bu durum Amerika’daki gibi sinai gelişme açisinda olumlu etkilendigi halde Türkiye’de, toplumsal gelişme açisindan, tam tersi bir sonuç yaratmiştir. Türkiye’de bir sanayi burjuvazisinin gelişmemiş olmasi ve sinai sermaye birikimini devletin yürütür olmasi bu durumun oluşmasinda etkilidir.
II. Savaş Sonrasi Dönemdeki Ekonomik Gelişmeler
Bu dönemde Türkiye, ABD önderliğinde yeniden kurulmakta olan dünya sistemi içinde bunalım öncesindeki konumunu yeniden alma süreci olarak değerlendirilebilir. Bunalım döneminden alınan dersler değerlendiren gelişmiş kapitalist ülkeler açısından en önemli sorun,uluslar arası meta ve sermaye dolaşımını yeniden canlandırmak bunun sürekliliğini sağlayacak önlemler almak olmuştur. Bu amaçla 1914 yılında Brettan Woods anlaşmasi ile kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası(IBRD), uluslar arası kapitalizmin işleyişini denetleyen üst organ olarak nitelendirilebilir. Diğer bir kurumsal düzenleme, ABD Dış İşleri Bakanı Marshall’ın Avrupa’nın savaş yıkıntılarından kurtulup kalkınmasının kendi ülkesinin yararına olacağı ve bu amaçla yardımda bulunabilmek isteği ile başlayan Marshall Yardım Programıdır. Türkiye’nin bu dönemdeki ekonomik yönelimi bu iki düzenleme doğrultusunda gelişecektir.
Marshall yardım programına katılmayı amaçlayan Türkiye savaş sırasında devletçilik ilkesi doğrultusunda hazırlandığı planı uluslar arası konjoktör uyarınca, bu planı kaldırmış, yerine 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı diye bilinen ve gerçekte Marshall’a katılabilmek için sunacak metni hazırlamıştır. 1947 planı tarım, haberleşme, sulama, enerji, demir-çelik, maden ve sanayi alanlarını temel etkinlik noktaları olarak kabul ediyor ve tarımsal gelişme üzerinde odaklaşıyordu. Kaynak açısından plan dış kredilere dayanmaktadır. Sonuç olarak Türkiye 1948’de yardım kapsamına alınarak OEEC’ye üye olmuştur. Bu yolda CHP iktidarı tarafından başlatılan süreç, 1950 DP tarafından sürmüştür.
Türkiye’ye Verilen Marshall Planı Yardımları 12
Devreler Umumi yardım Direkt Endirekt
1947-48 - - -
1948-49 5 milyar 953 milyon 49 milyon -
1949-50 3 milyar 510 milyon 58,5 milyon 74,5 milyon
1950-51 2 milyar 418 milyon 45 milyon 55 milyon
1951-52 937 milyon 22,5 milyon 47,5 milyon
Toplam Oran Askeri yardım
1947-48 - - 100 milyon
1948-49 49 milyon %0,83 95 milyon
1949-50 132,7 milyon %3,7 102 milyon
1950-51 100 milyon %4,1 150 milyon
1951-52 70 milyon %7,4 240 milyon
__________________
12 Duygu Sezer, “Türkiye’nin Ekonomik İlişkileri” Türk Dış Politikası (1919-1965) s.484
III-) 1950 Yılından Sonra İzlenen Ekonomik Siyaset
CHP yerine gelen Demokrat Parti toplumda oluşan yani toplumsal ve ekonomik güçleri temsil ediyordu. Yeni hükümetin ekonomik siyaseti, devletin ekonomik yaşamindaki etkinliklerini sinirlamak ve özel kesimin gelişmesini desteklemeye dayaniyordu. 1950’den sonra “liberal” siyaset, devletçi uygulamayla genelde temelde ayniydi. Liberal olmaktan çok “müdehaleci” bir nitelik taşiyordu. Demokrat Partinin hükümet programlarinda tersini öne sürmesine karşin kamu kesimi üretimce egemen durumdaydi. 13
Temel anlayış değişmemiş olmakla birlikte DP yönetimi altında kimi gelişmeler olmuştur. İlk değişikliklerden biri plansız dönemin başlamasıdır. Ekonomik hükümetin aldığı günlük ekonomik kararlara göre biçimlenmiştir. Sonuç, iki yönlü bir “enflasyon” biçiminde gelişti. Bir yandan “talep enflasyonu”, öte yandan “maliyet enflasyonu” 1958 yılında “ 4 Ağustos kararları” olarak bilinen önlem Türk Lirasının değerinin düşürülmesini kapsıyordu. Fakat gerekli olan tüm önlemler alınmayınca ekonomik bunalım artar. Bu zorluklar siyasi ve toplumsal tedirginlikle pekişir ve sonunda 27 Mayıs 1960 askeri eylemine yol açar 1950-60 döneminde ekonomi sanayileştirilmek istenmiş fakat tarımdan sanayiye yeterli kaynak aktarılmaması sonucunda gerçekleşememiştir. 1960 lı yıllardan sonra Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulmasıyla tekrar planlı ekonomiye geçiş başlamış 1980’lere kadar 5 yıllık kalkınma planları devam etmiştir.
C-) SONUÇ
II. Dünya savaşinda Türkiye dogrudan yer almadigi halde stratejik konumu itibariyle savaşin siyasal, sosyal, ekonomik sonuçlarindan etkilenmiş, savaş sirasinda yaşadigi yalnizlik siyasetini aşmaya çalişmiştir. Savaş sonrasinda Sovyet Rusya’nin Emperyalist baskilarina maruz kalmiş ve denge siyasetin ABD’ne yakinlaşmakla bu bunalimi aşmaya çalişmiştir. Dünyada gelişen siyasal-ekonomik olaylara baglantili olarak bati siyasetinde yer almaya başlamiştir. Savaşin getirdigi ekonomik yikintilari aşmak için ABD’den diş yardim saglamiş ve uluslar arasi ekonomik ortakliklarda yer almiştir. Içte devletçilik siyaseti, çok partili yaşama geçişle yerini liberalizme birakmaya başlamiştir.
__________________
13 Emre Kongar, İmparatorluktan günümüze Türkiye’nin toplumsal yapısı, cilt 1-2, İstanbul, 1995, s.274-275
D-) KAYNAKÇA
1- EROĞLU Hamza, Türk Devrim Tarihi, Ankara, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayını, 1977
2- GÜLALP Hadun, Gelişme Stratejileri ve Gelişme Ideolojileri, Ankara, Yurt Yayınları, 1983,
3- KARPAT Kemal, Türk Demokrasi Tarihi ( Sosyal-Ekonomik-Kültürel Temelleri), İstanbul, Afa yayıncılık, 1996
4- KONGAR Emre, İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, İstanbul,Remzi Kitapevi, 1995
5- ORAL Sander, Siyasi Tarih ( I. Dünya Savaşi’nin Sonundan 1980’e kadar), Ankara, Imge Kitapevi, 1989
6- ÜLMAN Haluk,
GÖNLÜBOL Mehmet,
SEZER Duygu, Olaylarla Türk Dış Politikası ( 1919-1965), Ankara, A.Ü.S.B.F. Yayınları, Sevinç Matbaası, 1969