Konuya cevap cer

19 yy moda akımları 19 yüzyıl sanat akımları çağdaş sanat ortaya çıkış nedenleri çağdaş akımlarının ortaya çıkış nedenleri akımlarının nedeni

18.yüzyıl ise bir aydınlanma çağıdır .Rasyonalizm ve naturalizm gibi 

akımlar ön plana çıkmıştır. İnsan beyni boş bir levhadır,önemli olan,eğitimin 

buna yazdıklarıdır.İnsan doğadan iyi olarak gelir, eğer bozulmuşsa bunun nedeni 

içinde yaşadığı kültür ve toplumdur. Aydınlanma çağı eğitimi kısaca akılcı, 

realist, yararcı ve mesleksel yetiştirme esaslarına dayanmaktadır.18.yüzyılın 

son çeyreği ile 19. yüzyılın ilk yarısında Alman klasik ve idealistlerinde eğitim,farklı 

şekilde görülür. Kişi maddi doğa üzerinde egemenlik kurmalı ve otonom bir kişiliğe 

erişmelidir. Kant’a göre bireysel eğitimin amaçları disiplinleştirme ,uygarlaştırma 

,kültürleştirme ve ahlakileştirmedir. 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19.yüzyıl 

, Sanayi Çağı’dır.Bu çağdaki eğitim akımları Batı ’da ki sanayi devriminin yarattığı 

toplumsal yapı ve onun sorunlarıyla paralellik gösterir. 1840’lı yıllarda ve 

özellikle buhar gücünün iş ortamında kullanılmasıyla başlayan sanayi devrimi 

yeni bir toplumsal hayat biçimin de beraberinde getirmiştir.Buhar gücü ile çalışan 

lokomotifler ve gemiler ,üretilen ürünlerin yeni dünyalara ulaştırılmasını sağlamıştır. 

İşçi sınıfının doğuşu, hızlı kentleşme ve makineleşmenin yer aldığı ve sanayi 

toplumu olarak adlandırılan bu dönemde insanlığın ilgisi sanayi ve makinelere 

yönelmiştir.


KLASİZM


Edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım 

ve estetik tutumdur. Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir. 

Bu akamın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne de hatta Aristoteles'tedir. 

Klasizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, 

evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir 

eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. 

Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu 

eserdir. Klasizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma 

aristokrasinin akımıdır.


ROMANTİZM


18. yüzyılın sonunda ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ortalarına kadar 

uzanan akımdır. Kendisinden önceki klasizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. 

Önce bir ön-romantizm dönemi denilen gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin 

en önemlisi, halkın beğenisinin klasizmin görkemli, katı, soylu, idealize edilmiş 

ve yüce anlatım biçiminden, daha yalın ve içten ve doğal anlatım biçimlerine 

kaymış olmasıydı. Romantizm, klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık 

ve idealleştirme gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir. Romantizm, 

doğduğu çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl 

dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa, yani sınırları 

zorlayıp geçmeye önem verir. Tarihsel olarak bu dönemde gelişen orta soylu sınıfın, 

yani burjuvazinin duygu, düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkarır. Zaten Fransız 

devrimini hazırlayan görüşlerle aynı temellere sahiptir.


Soyluların zarif sanat biçimlerini yapay ve aşırı incelikli bulan bu yeni sınıf, 

duygusal açıdan kendisine yakın hissettiği daha gerçekçi sanat biçimlerinden 

yanaydı. Böylece romantizm gelişme ve yaygılaşma şansı buldu. Farklı türlerin 

yan yana olduğunu görüyoruz bu dönemde. Güzel-çirkin,iyi-kötü gibi.. umutlu 

ileriye dönük bir yaklaşım söz konusu olmuştur. Bilimin etkisi yer yer tarzda 

etkili olmuştur. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin temel sebepleri incelenmiştir. 

Ulusalcılığın benimsendiği bir akımdır. Bu dönemde eleştirmenler tiyatro yaşantısından 

uzak estetik kaygılara sahiptir. Klasik sanatla romantizm kıyaslandığında iki 

akım ve dönem arasındaki farkı daha iyi anlayabiliyoruz. Klasik sanat 17. ve 

18. yüzyıllarda egemen olmuş bir sanattır. Tiyatronun yararlı ve zevkli olması 

ilkesi vardır. Anlatım incelikli ve sanatsal olmalıdır. Klasikler Shakespeare’i 

üstün bir deha olarak takdir edip değerlendirirken eleştirel bir tutumda da 

bulunmuşlardır. Shakaespeare’in üç birilik kuralına uymazlığı,bilgisizliği,mantık 

hataları yaptığı ve edebe,ahlaka çok bağlı kalmadığı düşünülerek eleştirilmiştir. 

Klasikçiler doğayı mantıklı bir düzen olarak görürler, ona akılcı yöntemlerle 

yaklaşırlar. Romantikler doğanın gizemli bir özü ,organik bir biçimi olduğuna 

inanırlar ve ülküsel olana doğru evrimleştiğini iddia ederler. Romantikler bu 

öze akıla değil,esin yoluyla ulaşacaklarına inanırlar. Dolaylı anlatım yolunu 

benimsemişlerdir. Klasik düşüncede sanatın tipik ve evrensel gerçeği yansıttığı, 

romantikteyse asal ve tanrısal gerçeği yansıttığı söylenir.


Klasik sanat nesnel bakarken,romantik sanat öznel bakar. Klasikte inandırıcılık 

önemliyken ,romantikte illüzyon yani yanılsama söz konusudur. Klasik sanat akla 

sağ duyuya yönelmekteyken romantik sanat duygular bu duyguların verdiği coşkulara 

yönelmektedir. Klasik sanat akılcı,ahlakçı,eğitici iken romantik sanatta bütünle 

uzlaşma aklın yalnız yeterli olamayacağı hakimdir. Romantizmde tiyatro seyircisi 

duygulanmalıdır. Duygulanma,acı çekme seyirciye zevk verir ilkesi hakimdir. 

Klasiklerin yanı sıra romantik yazarlar Shakespeare ‘e hayrandırlar. Romantik 

akım birey vicdanına ışık tutmuş insanı uygarlaştırmıştır. Biçimsel kısıtlamaları 

aşma ve düş gücüne özgürlük verir.


Ülkemizde Namık Kemal ‘in Celalleddin Harzemşah adlı oyunu ilk romantik tiyatro 

oyunumuzdur. Romantizmin en önemli habercisi Fransız filozof ve yazar Jean Jacques 

Rousseau'dur. Ama İngiliz yazarlar William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge'nin 

1790 yılında birlikte yayınladığı Lirik Balatlar adlı eser romantizmin bildirgesi 

sayılır. Yine İngiltere'de William Blake, Almanya'da Friedrich Hölderlin, Johann 

Wolfgang von Goethe, Jea Paul, Novalis, Fransa'da Chateaubriand ve Madame de 

Stael ilk romantizm temsilcileridir. Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Alfred 

de Vigny, Nodier, Soumet, Deschamp, Alfred de Musset, büyük romantik yazarlardır.


REALİZM:


Resim ve heykel sanatlarında,günlük yaşamı ve sorunlarını olduğu gibi ve ayrıntılarıyla 

biçimlemeyi amaçlayan anlayıştır. Bu akımı en iyi şekilde tanımlayan ressam 

Gustave Courbet “Ben hiç melek resmi yapmadım,çünkü hiç melek görmedim.” demiştir. 

Gerçekçilik 19. yy.’ın ikinci yarısında çıkmış olan popüler tiyatro ve romantik 

tiyatroya karşı bir akımdır. Nasıl ki romantizm klasizme bir başkaldırı niteliğinde 

ise gerçekçilik yani realizm ise, hem klasizme hem de romantizme bir başkaldırıdır. 

Romantizmin dramatik biçimlere,kalıplara karşı olan tutumu elbette realizmin 

yolunu açmıştır Bu akım 19 yy. Avrupası’nda görülen toplumsal,ekonomik değişimlerden 

oldukça etkilenmiştir Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından 

kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve 

temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin 

amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve bir bilim 

adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır 

. Fizik kuralları artık hakimdir. Örneğin Darwin’in türlerin kökeni,insan evrimi 

,doğal seleksiyom yazarların esin konusu olmuştur. Fizyoloji’de Claude Bernard 

, psikoloji’de Sigmund Freud isim yapmıştır. Tiyatro yazarları arasında İbsen, 

Hauptmann ,George Bernard Shaw ve Çehov’u sayabiliriz. Realizmde dramatik olan 

insanın yaşamını sürdürebilmesi için verdiği savaştır. İnsan varlığını sürdürmek 

ve onurunu korumak için çetin bir savaş vermek zorundadır ve ne kadar gözü pek 

olursa olsun o savaşa yenik düşecektir.


Realizmle romantizmde var olan yaşamdan kopukluk,toplumsal sorunlara ilgisizlik 

,hastalıklı duygusallık,yapaylığa karşı çıkılıp;toplumsal sorunlara özellikle 

eğilerek çağdaş tiyatronun temelleri atılmıştır. . Endüstrileşmenin ve güçlenen 

kapitalizmin sonuçlarıyla beslenmiştir. Bu dönemde köyden kente göç , sendika 

,işçi hakları ,yoksulluk vb. gibi insana dair toplumsal sorunlar varken romantizmin 

deyim uygunsa suyu çıkmıştır. İdealist felsefeden materyalist felsefeye geçilmiştir 

artık. Romantizm düşsel olanı,gerçekçilik ise somut olanı tüm gerçekçiliğiyle 

göstermektedir. Ayrıca bu gerçekleri gösterirken realistler tüm acılığıyla çirkinliğiyle 

göstermekten hiç çekinmemişleridir. Gerçekçilikte kolay çözümlemelerden kaçınılır 

ve bir durum her yönü ile tartışılır. Tiyatro yazarlarının seyircisinden beklentisi 

oyundan gerçekmiş gibi etkilenmesi bunu yaparken de bir oyun izlediğinin bilincine 

varmasıdır. Sahnede illüzyon önemli bir yer taşımaktadır. Seyirci gördüklerine 

inanmazsa olayı bilimsel olarak alamaz.


Bu dönemin kendi uygulamalarıyla gerçekçi tiyatronun kuramını yaratan Sranislavsky 

her şeyden önce yapay oyunculuğa,tiyatrosallığa dış kalıpların ezberlenerek 

yinelenmesine karşıdır. Modern tiyatro bize ne kazandırmalıdır? Stanislavsky’e 

göre yaşamın yalnızca yansıması verilmemeli;korkunç,gizli bir gerilim içinde 

yaşamda var olan her şey yansıtmalı;sanki günlük yaşammışçasına yalın ama gerçekte 

tüm coşkuların soyutlaştırıldığı ve canlı tutulduğu kesin ,ışıklı imgelerle 

canlandırılmalıdır. Bilinçaltı yaratıcılığını harekete geçirmek için sihirli 

eğer formülü geliştirmiştir. Çok önemli olan bir nokta var ki “ deneme yanılma 

yöntemi ile geliştirilen bu sihirli eğer çalışmasında oyuncu kendi iç gerçeği 

ile dış hareket arasındaki bağıntıyı önce kendinde inceliyor sonra canlandırdığı 

oyun kişisinde görmeye çalışır.” Çalışmalar sırasında akıl uyanık! Sıradan günlük 

bir olayı sahnede yapmak: Othello’nun kendini öldürdüğü hançerin kartondan olması 

önemli değil;kendisini öldürmeye iten duyguları haklı gösterebilmesi önemlidir. 

İçten dışa aksiyon söz konusudur. İnanç gerçeklikten ayrılamaz.


Bu akımın iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert'in Madame Bovary adlı romanı 

ile Emile Zola'nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop 

altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Realizm felsefesinin 

altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert, 

Zola'nın yanısıra Honore de Balzac, Stendhal, Rusya'da Lev Tolstoy, İvan Turgenyev, 

Fyodor Dostoyevski, İngiltere'de Charles Dickens ve Anthony Trollope, Amerika'da 

Theodore Dreiser, İrlanda'da James Joyce realizmin önemli temsilcileridir. Realizm, 

20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir.


PARNASİZM


Klasizm, romantizm ve realizmin bütününe tepkili bir akımdır. Temel kuralı "sanat 

sanat içindir" diye özetlenebilir. Aslında realizmin katı toplumculuğu 

ve gerçekçiliğine bir karşı çıkıştır. Daha çok şiirde kendini gösterir. Sanatsal 

biçim ve sanatsal içerik kaygısı ön plandadır. Ölçülü ve nesnel bir anlatım, 

teknik kusursuzluk ve kesin betimlemeler kullanılır. Parnas şiir için "biçimciliği 

amaçlayan" şiir tanımı da kullanılabilir. Parnasizm, bir yönüyle kendisinden 

sonraki doğalcılığa da kaynaklık yapmıştır. Zengin bir dil, zengin bir biçim, 

zengin ve yoğun bir duygusallık işlenir. 1830'lu yıllarda ortaya çıkmıştır. 

Theophile Gautier'in şiirlerini, Theodore de Banville, Leconte de Lisle izlemiştir. 

Parnasizm, edebiyat tarihinde Leconte de Lisle ile özdeşleştirilir. Adarını 

Louis Xavier de Richard ile Catulle Mendes'in hazırlayıp Alphonse Lemerre'in 

bastığı Le Parnasse Contemporain (Çağdaş Parnasçılık) adlı eserden almıştır.


DOĞALCILIK


19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuştur. Doğa bilimlerinin, özellikle 

de Darwinci doğa anlayışının ilke ve yöntemlerinin edebiyata uyarlanmasıyla 

gelişmiştir. Edebiyatta gerçekçilik geleneğini daha da ileri götüren doğalcılar, 

gerçekleri ahlaksal yargılardan, seçici bir bakıştan uzak bir anlatımla ve tam 

bir bağlılıkla anlatmayı amaçlar. Doğalcılık, bilimsel belirlenimciliği benimsemesiyle 

gerçekçilikten ayrılır. Doğalcı yazarlar, insanı ahlaksal ve akılsal nitelikleriyle 

değil, rastlantısal ve fizyolojik özellileriyle ele alır. Doğalcı yaklaşıma 

göre, çevrenin ve kalıtımın ürünü olan bireyler, dıştan gelen toplumsal ve ekonomik 

baskılar altında ezilir, içten gelen güçlü içgüdüsel dürtülerle davranırlar. 

Yazgılarını belirleyebilme gücünden yoksun oldukları için yaptıklarından sorumlu 

değillerdir.


Doğalcılığın kuramsal temelini Hippolyte Taine'in Historei de la Litterature 

Anglaise (İngiliz edebiyatı tarihi) adlı eseri oluşturur. İlk doğalcı roman 

Goncourt kardeşlerin bi hizmetçi kızın yaşamını inceleyen Germinie Lacarteux 

adlı yapıtıdır. Ama Emile Zola'nın Le Roman Experimental (Deneysel Roman) adlı 

eseri akımın edebi bildirgesi sayılır. Zola'nın yanısıra Guy de Maupassant, 

J. K. Huysmans , Leon Hennique, Henry Ceard, Paul Alexis, Alphonse Daudet doğalcı 

yapıda eserler veren yazarlardır.


SEMBOLİZM


19. yüzyılın sonlarında Fransa'da ortaya çıkmış ve 20. yüzyıl edebiyatını önemli 

ölçüde etkilemiştir. Bireyin duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine 

simgelerle yüklü ve örtük bir dille anlatmayı amaçlar. Simgecilik, geleneksel 

Fransız şiirini hem teknik hem de tema açısından belirleyen katı kurallara bir 

tepki olarak başladı. Simgeciler, şiiri açıklayıcı işlevinden ve kalıplaşmış 

bir hitabetten kurtarmayı, insanın yaşantısındaki anlık ve geçici duyguları 

betimlemeyi amaçladı. Simgeciler, dile getirilmesi güç sezgi ve izlenimleri 

canlandırmaya, şairin ruhsal durumunu ve gerçekliğin belirsiz ve karmaşık birliğini 

dolaylı biçimde yansıtacak özgür ve kişisel eğretileme ve imgeler aracılığıyla 

varoluşun gizemini aktarmaya çalıştılar. Simgeci şiirin başlıca temsilcileri 

Charles Baudelaire 'nin şiir ve görüşlerinden fazlaca etkilenen Fransız Stephane 

Mallarme, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud'dur. Diğer temsilcileri ise Jules Laforgue. 

Henry de Regnier, Rene Ghil, Gustave Kahn, Belçikalı Emile Verhaeren, ABD'li 

Stuart Merrill, Francis Viele Griffin'dir.


İDEALİZM


Dünyayı ve varoluşu bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklama öğretisinin 

temel olduğu felsefi akımın edebiyattaki uzantısıdır. İdealist felsefenin tüm 

özellikleri edebi eserlerde yer alır. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. 

Bireyci dünya görüşü ve simgecilik akımına bir tepki olarak doğmuştur. Çağcıl 

yaşamın artık makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip gelişen kentleriyle 

bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan idealizm, bir arada yaşamanın 

yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi amaçlamaktadır. Topluluk bilincini 

ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi 

tinsel gerçekleri betimlemeyi ön planda tutar. En büyük temsilcisi Fransız yazar 

Jules Romains'tir. Bu akımın temelleri Romains'le Chenneviere'nin yazdığı Petit 

Traite de Versification (Şiir üzerine küçük inceleme) ve Georges Duhamel'le 

Charles Vildrac'ın kaleme aldığı Notes su la technique poetique (Şiir tekniği 

üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya konulmuştur.


GELECEKÇİLİK


20. yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıkmıştır. Edebiyatta devrim ve dinamizmi 

vurgulayan akım olarak değerlendirilir. İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve 

yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'nin 1909'de Paris'te Le Figaro gazetesinde 

yayınladığı bildiri ile ortaya çıktı. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri 

yerle bir edip ahlakçılık, feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız" 

deniyordu. Bu geçmişin bütünüyle reddi demekti. Aynı bildiride, "Biz dünyadaki 

gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşcı ve ölüme götüren güzel düşünceleri 

yüceltiyoruz" sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizm'den yana 

bir tavrın da açık göstergesiydi.


Gelecekçiliğin kurucusu Marinette Avrupa'dan birçok yazarı etkilerdi. Rusya'da 

Velemir Hlebinikov ve Mayakovski gelecekçiliğe yöneldi. Rus gelecekçiler kendi 

bildirgelerini yayınladı. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski reddedildi. Şiirde sokak 

dilinin kullanılması istendi. 1917 Ekim devriminden sonra da gelecekçi akım 

güçlendi. Mayakovski'nin ölümüne kadar etkisini sürdürdü. İtalya'daki gelecekçiler 

ilk şiir antolojisini 1912'de yayınladı. İtalya'nın 1. Dünya Savaşı'na girmesini 

ve Mussolini'yi savunuyorlardı. Onunla birlikte hapsedildiler. Gelecekçilik 

faşizm ile özdeşleşti. Ve 1920'lerin ortalarına doğru etkisini yitirdi. Eserlerinde 

mantıklı cümleler kurmayı reddeden gelecekçilerin parolası, "sozcüklere 

özgürlük"tü. Ezra Pound, D. H. Lawrence ve Giovanni Papini bu akımdan etkilenin 

yazar olarak sayılabilir.


DADAİZM


Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy Hennings'in 

aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih'te 

Hugo Ball'in açtığı cafe'de toplandı. Fransızca'da oyuncak tahta at anlamına 

gelen "Dada" akımın ismi olarak seçildi. Bildirisi de burada açıklandı. 

Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin 

sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. 1. Dünya 

Savaşı'nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Kamuoyunu şaşkınlığa 

düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe karşı 

çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.


Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde 

yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 

1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld, 

Paul Eluard ve Georges Ribemont-Dessaignes'in yazılarının yer aldığı Litterature'dü. 

Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe 

yöneldi.


VAROLUŞÇULUK


Yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa'da ortaya çıktı. Öncelikle 

bir felsefi akımdır. En önemli temsilcileri Martin Heidegger, Karl Jaspers, 

Jean-Paul Sartre, Gabriel Marcel ve Maurice Merleau-Ponty olmuştur. Felsefi 

bakımdan temelleri ise bunlardan önce Nietzsche, Kierkegaard, ve Husserl gibi 

düşünürler tarafından atılmıştır. Varoluşçuluk 4 temel fikri savunur: 1) Varoluş 

her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik 

veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.


2) Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlık'ın 

anlamının araştırılmasını da içerir.


3) Varoluş insanın içinden bir tanesini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. 

Bu görüşher türlü gerekirciliğin karşıtıdır.


4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden 

oluştuğundan varoluş her zaman bir "dünyada var olma"dır. Bir başka 

deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel 

bir durum içindedir.


Varoluşçuluğun etkileri çağdaş kültürün çeşitli alanlarında görüldü. Kierkegaard'ı 

izleyen Franz Kafka, Das Schools, Şato, Der Prozess, Dava adlı eserlerinde insanın 

varoluşunu bir türlü ulaşamadığı istikrarlı, güvenli ve parlak bir gerçeklik 

arayışı olarak betimledi. Çağdaş varoluşçuluğun özgün temaları, Sartre'ın oyunları 

ve romanlarında, Simone de Beauvoir'in yapıtlarında, Albert Camus'nün roman 

ve oyunlarında, özellikle de L'Homme revolte (Başkaldıran İnsan) adlı denemesinde 

işlendi.


-------------------------------------------------------------------------------------------------


Batı tiyatrosu bugün de genel olarak Stanislavski'nin sahne düzeni ve oyunculuk 

anlayışına dayalı bir gerçekciliği sürdürmekle birlikte, 20. yüzyılın ilk yarısında 

dışavurumculuk, gelecekçilik ve Bertolt Brecht'in epik tiyatrosu gibi gerçekçilik 

karşıtı akımlar da etkili oldu. Bu akımların hepsi farklı amaçlar ve yöntemlerle 

de olsa, sanatın gerçeği yansıttığı düşüncesine karşı çıktılar; doğallık yanılsamasını 

kırarak sanatın doğal değil yapılmış bir şey olduğunu savundular. Geliştirdikleri 

deneysel teknikler tiyatroyu bir vakit geçirme ve eğlenme aracı olmaktan çıkardığı 

için de çoğu zaman seyirci çekemedi, hatta skandallara yol açtı. Bu yeni akımların 

bir başka özelliği de, oyun yazarları kadar sahne tasarımcıları ve yönetmenlerin 

de öne çıkması, kuramcı kimliğini kazanmalarıydı. 


Geri
Üst